Gözlerimi açmaya çalıştığımda, başımda hakikaten çok kudretli bir ağrı vardı. Kirpiklerimi kırpıştırıp duruyordum fakat nasıl oluyordu bilmiyorum, gözlerim her seferinde açılmayı reddediyordu sanki. Kirpiklerim birbirine kalın bir tutkalla yapıştırılmış gibiydi. Buna rağmen kendimi zorladım. Çünkü tanıdık bir yerde olduğumu biliyordum.
Ve neler olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.
Bu yüzden kendimi zorluyor oluşuma biraz daha çaba kattım. Başımı koyduğum yastıktan hareketlenmeye başladıkça ense kökümden başlayarak ayak parmak uçlarıma kadar çok yoğun bir acı dalgasıyla bezenmem neredeyse eş zamanlı olmuştu. Dirseklerimi yatağa bastırıp, gövdemi doğrultmaya çalışırken başımda görmeyi umduğum insan kesinlikle Luke Hemmings değildi.
Yatağımın yakınlarındaki tekli koltuklardan birinde oturuyordu. Parmakları alnını dairesel hareketlerle usulca ovuştururken omuzları düzenle inip kalkıyordu. O gün, Charlotte evimi terk ettikten sonra bir hışımla vardığım klinikteyken üzerinde olan kıyafetlerinden çok daha farklılarını giyiyor olduğunu fark ettiğimde yalnızca birkaç saat değil de, belki de birkaç gün boyunca uyuduğumu da anlamıştım.
Aklıma gelen ilk şey, Calum'un ne yaptığıydı. Eminim ona haber ulaştıramadığım, onu ziyarete gidemediğim için deli divaneye dönmüş olmalıydı.
Ah, onu o kadar çok özlemiştim ki. Yüzü hatırıma düştükçe kalbime yüklenen ağrı, bütün bedenimi dalga dalga kasıp kavuran bedensel sızılardan çok daha fazla ve çok daha yoğundu.
Ben yatağımda kıpırdandıkça, yorganım ve üzerindeki ipek nevresim hışırtılı bir ses çıkartmaya başladı. Bu da Luke'un bütün dikkatinin bende toplanmasını sağlamış oldu. Başını eğdiği ve gözlerini diktiği noktadan kaldırdı. Masmavi gözleri benim şu an bile doğru düzgün açamadığım gözlerimi endişeyle bulduğunda oturduğu yerden sıçrayarak kalktı.
Lakin bu türden bir tavır takınması beni oldukça germişti. Niçin odamda bekliyordu ki? Henrietta bekleyebilirdi, zaten işin aslında olması gereken de buydu.
"B-burada ne işin var?"
Ürktüğümü ve cereyan altında kalmış gibi gerildiğimi fark ettiği için beni sakinleştirmek adına olduğu yerde durdu. Yatağıma daha fazla yaklaşmadı. Yattığım yer ile, kendisinin ayağa o ani zıplayışından önce oturduğu yerin tam ortasında bir yerde konumlandırmıştı uzun ve iri bedenini. Parmakları, altın sarısı saçlarının arasından kayarken derin bir nefes alıp verdi.
"Beth—"
"Dışarı çık lütfen," dedim. Kafatasımda öyle keskin bir ağrı söz konusuydu ki bana nefes bile aldırmayacaktı az kalsın. Parmak uçlarım, ağrının yoğun olduğu yere doğru başımın arkasındaki noktaya uzanırken bütün uzuvlarımın yatmaktan uyuştuğunu çok net bir şekilde duyumsayabilmiştim.
"Uyanmanı bekledim, seninle konuşmamız gerekiyor. Bu çok mühim."
Ensemi ovuşturdum. Başımın arkasındaki o nokta şişmişti ve ben parmak uçlarımla ne kadar büyük olduğunu anlayabilmek için ufak tefek baskılar yaptıkça keskin sızısı canıma okuyordu.
"Burası benim özelim," dedim aynı sert tonla. "Ve senin özelimde uyanmamı bekleyebilecek hiçbir sıfatın yok. O domuz sana nasıl vaatlerde bulundu bilmem, lakin bilesin ki—"
"Ben sana yardım etmek istiyorum!" Kısık sesli, fakat baskın bir ses tonu kullanarak beni bastırdığında cümlemi tamamlayamadım. Zira hakikaten söylediği, benim söylemekte olduğum şeye fazlasıyla baskın gelmişti.
Artık bu vakitten sonra kime, nasıl güvenebilirdim bilemiyordum. Asıl yanıtın kimseye güvenmemek olduğunu biliyordum. Zira başıma bunca derdin tasanın gelip konmasındaki en büyük suçlu babam olacak o domuz herifin bizzat kendisiydi. Charlotte benden saklamaması gereken bir sırrı saklamıştı, aramıza bir gizem sokmuştu. Bu elbetteki arkadaşlığımızı, hatta ve hatta kardeşliğimizi yaralayacaktı. Bunlar benim dünyamda güveniyor olmam gereken insanlarken, şimdi Luke Hemmings'e hakikaten güvenebilir miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ink In My Veins || hood
FanfictionYıl 1912, Büyük Britanya'nın ev sahipliği ettiği bir aşk hikayesi.