"İlk olarak Hawaii ile başlayım. Muhteşem bir yer. Okyanus bir cam gibi ve içinde yaşayan rengarenkti. Her gece kumsalda gün batımını izlerdik. Hatta bana dans etmeyi bile öğretmişti yerel Hawaii halkı. Çiçekten kolyeleri ve zarif dans hareketleriyle oldukça kibar ve muhteşem bir halktı. Şehir kısmına hiç gitmedik. Ama ciddiyim Hamish hayatımda gördüğüm en güzel yerdi. Turuncu ve kızılın o muhteşem karışımı gün batımı, hiç ışık olmadığı için burnunun dibindeymiş gibi gözüken milyonlarca yıldız, akşam kamp ateşinin önünde çalınan ukulenenin tatlı sesi ve plajda dans edip şarkı söyleyen insanların oluşturduğu bütün dünyanın başka hiçbir yerinde yok."
"Kulağa harika geliyor."
"Öyle." dedim ve omzumdaki acı tekrar bastırdı.
Acıyı görmezden gelip konuşmaya devam ettim.
"Paris... Kesinlikle dünyanın en iyi şehirleri sıralamasında ilk üçe girer. Eyfel kulesi görüp görebileceğin en muhteşem mimari yapı ve Louvre Müzesi de muhteşem. Müzeye girmemizin asıl sebebi Mona Lisa'yı görmekti ve gördük de. Aslında bu tablo çok küçük bir tuvale yapılmış. Bunu öğrenince çok şaşırmıştım. Ama Mona Lisa tablosu kişisel favorilerim arasında yer almaz. Bana kalırsa Van Googh'un tabloları daha güzel. Neyse, müzeden çıkınca sokakları gezdik. Paris halkının en sevdiğim özelliği sanatla iç içe olması. Kruvasan kokulu romantik bir havaya sahip yollardan yürürken arka plandaki sokak sanatçıların çaldığı müzikler ayrı bir hava katıyor."
"Hmmm... Başka nereleri gezdin."
"New York. Uçakla havalimanına inerkenki şehir manzarasına bakarken çalan Taylor Swift 'in Welcome To New York şarkısı tüm gezimin en güzel kısmıydı. Ciddiyim inişe ayrı bir hava katıyor. New York harika bir şehir, sokaklardan yükselen gökdelenler, Times meydanının etrafını saran gökdelenlerin saçtığı renkli ışıklar, tam tumblr fotoğraf çekmelik Özgürlük Anıtı ve gece muhteşem kombinasyon. Bir de Broadway var tabii. Her ne kadar Funny Girl artık oynanmadığı için üzülsem de Wicked da iyiydi. Tabii nasıl oynasınlar Funny Girl'ü Barbra Streisand artık yaşlandı. Gerçi Lea Michelle de fena oynamazdı ya neyse. Kısacası muhteşem bir yerdi."
"Kulağa muhteşem geliyor. Peki ya İstanbul, Konstantinopolis?" dedi Hamish. HIzlıca bana sorular soruyor ve bütün ilgisini yaptığı işe veriyordu. Ne kadar canım yansa da yutkundum ve titrek sesimle konuşmaya devam ettim.
"İstanbul... Kültürü ve enerjisiyle çok güzel bir şehir. Tarihi açıdan görüp görebileceğin en zengin şehir. Pazarlar, çarşılar, meydanlar, camiiler... Mısır çarşısına girdiğindeki o baharat kokuları, Beyoğlu'nda gezerken arka planda planda çalan şarkılar, vapurda simit atılan martıların çığlıkları ve vapurun arkasında bıraktığı bembeyaz köpükler gerçekten muhteşem bir birlik oluşturuyor. Hele yemekleri, hayatımda yediğim en güzel yemekler oradaydı."
Acı omzuma öncekinden daha kuvvetli bir şekilde omzuma saplanınca kısık bir sesle çığlık attım, nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum. Hamish en yumuşak bir biçimde yarama bir şeyler yaptı. Ne yaptığını görememek de sinirimi bozuyordu. Gerçi görsem de ne anlarım ki?
"Şimdiye kadar hep şeirlerin özelliklerinden bahsettin şimdi de o şehirlerde neler yaşadığından bahset."
Güldüm.
"Bir sürü garip anım oldu. Mesela Fas'da bir gün boyunca annemle kaybolduk. Uçsuz bucaksız gibi gelen bir ovada kaybolduk. Telsiz, yemek, su hiç bir şey yok."
"Fas'da kaybolmayı nasıl becerdiniz?"
"Pek güzel değildi. Babam yanımızda yokken bir saldırıya uğradık. Kaçmak için annem beni tuttuğu gibi bir dağ arabasına atladı ve kaçtık. Sonradan kaybolduğumuzu fark ettik ve babam bir helikopterle bizi almaya gelene kadar orada kaldık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASIL OYUN ŞİMDİ BAŞLIYOR
FanficTüm hikayeler meleklerin tarafından anlatılıyor değil mi? Nasıl kahramanlık yapıp günü kurtardıkları hakkında klişeler. Ben Jennifer Rory Moriarty ve sizi şeytanların tarafına çağırıyorum. [Kapak için @Irimi7'ye çok teşekkür ederim. ❤️]