٦ - k a

1.5K 157 45
                                    

Ruhumuzun kirlenmesi dolmadı mı
Gövdemizin kıvranması doymadı mı°


Mihrimah, kuzeni Hamza ile köy evinde yalnızdı. Amcası ve yengesi ile burada kalıyordu üç aydır.

Artık şehir merkezleri yaşanmaz birer yer olup çıkmış ve tıpkı Berkcan'ın dediği gibi insanların bir kısmı haritalara kendilerince sınırlar çizip bu ilçeler bizim demişlerdi. Üstelik silahlı gruplar halinde dolaşıyor, başka yerlerde de kendileri hüküm sürmek için bir nevi iç savaş yaşatıyorlardı ülkeye. Sınır çizmek neydi Allah aşkına? Silahlanmak neydi? Fakat insanlar buna bile alışmışlardı. Bu durumda yaşıyor ve en az zararla çıkabilecekleri yola giriyorlardı. Kimse o eli silahlı adamlara baş kaldırıp ne yapıyorsunuz bu ülke hepimizin, düne kadar hep beraber aynı sokaklarda dolaşıyorduk demiyordu. Peki ya devlet yetkilileri mi? Bir planları olduğunu belirtiyor, bu kargaşaların önüne geçmeye çalışıyor, insanlara biraz daha sabretmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Fiilde yaptıkları bir şey şuan var mıydı, emin değildi. Üstelik ordu da askerler de bu işe karışmışken!

Babası evde kalamayıp sürekli işle ilgilendiği için kızının güvenliğinden endişe duyuyordu. Çözümü, amcasıyla kalmasında buldu. Bu küçük köy çok daha rahattı. En azından dışarıda rahatça dolaşabiliyorlardı. Koşup eğleniyorlardı. Henüz buralara bulaşan eden olmamıştı.

Amcasıyla yengesi evdeki eksikleri tamamlamak için şehir merkezine inmişlerdi. Pazara uğrayacaklardı. Üstelik dönerken babası da onlarla birlikte gelecekti Mihrimah'ı ziyaret etmek için. Hamza ve Mihrimah da onlara sürpriz yapıp sofra hazırlıyorlardı. Hamza evin neşesiydi. Mihrimah onunla vakit geçirdiğinde yüzünde gülümseme eksik olmuyordu.

''Mihrimah abla, senin ismin niye bu kadar garip? Hem söylemesi de zor. Keşke daha kolay bir ismin olsaydı.''

Küçük kuzeni Hamza'nın kurduğu cümle üzerine gülümsedi.
''Bence de söylemesi biraz zor ama anlamı çok güzel, ben seviyorum ismimi.''

Hamza elindeki boş tabağı tutmaya devam ederken meraklı gözlerini de Mihrimah'ın üzerinde tutmaya devam ediyordu.
''Neymiş isminin anlamı? ''

''Ay ve Güneş.''

Hamza çocukça bir tavırla omuz silkti. ''Ne var ki, ay ve güneş işte.''

Hamza'nın cümlesi onu geçen seneye götürmüştü.
''İsmin çok.. farklı, Mihrimah.''
''Farklı mı? Nasıl farklı? ''
''Şiir gibi geliyor kulağa. Anlaşılması zor bir şiir. Sanki sadece yazanının anlayabileceği bir şiir.''
''Sen? Anlayabiliyor musun?''
''Anlayabiliyor muyum bilmiyorum ama, hissedebiliyorum Mihrimah. Tam burada.'' derken elini göğsünün sol tarafına koyması.
''Peki, Mihrimah ne demek?''
''Ay ve Güneş.''
''Sen ve ben, yani. İşte şimdi bu şiir daha da anlamlı oldu.''

Zihnine hücum eden anıyı dağıtmak için kafasını iki yana salladı. Gözleri uzun zaman sonra tekrar buğulandığı için kendine kızıp dikkatini elindeki soyduğu meyveye yöneltti. Son meyveyi de soyup Hamza'nın elindeki tabağa koydu.

''Al bakalım, hadi bunu da götür masaya.'' dediği sırada kafasını kaldırıp karşıya doğru baktı. Gözlerini kocaman açıp ''Hamza buraya gel! Koş! '' dedi ve meyve tabağı yere düşüp boşalırken, Hamza'nın elini avcuna alıp onu peşinden sürükleyerek evin arka tarafına geçti. Bahçenin arkasındaki tahta kapıyı ittirip ağaçlık alana doğru koşmaya başladılar. Hamza korkmuş bir biçimde Mihrimah'ın elini sıkıca tutmuş ve o nereye giderse oraya yöneliyordu.

Arkasına doğru baktığında jiplerden inen adamları gördü. Bir kaçının az sonra kendilerini farketmesi an meselesiydi. Endişeyle etrafa bakındı. Etrafta saklanan bir kaç kişi daha gördü. Hamza'nın elini daha da sıkıp biraz daha ilerledi. Hangi deliğe girseler acaba bu adamlar kendilerini görmezdi? Fakat daha fazla vakit yoktu, bu tarafa doğru başlarını çevireceklerdi neredeyse.

Gökten Yağmur Gelme VaktiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin