Yaralarımı sarısına kattığım biri(M)..

654 53 35
                                    

Zor zamanlarıma ayrılan müsaade günlerinin sonuncusu gelip çattığında hala evdeyim ve hâlâ ondan gelen ilgiye sarıp sarmalanmış şımarmaya takati olmayan yüreğime yine de sert vuruşlar kazandıran adamın benim mavi pijamalarıma bürünmüş bacaklarına yaslı başım, televizyonun karşısında tembelce uzanıyorum. Güzel bacakları sehpaya uzanmış yan tarafındaki tabaktan uzanıp aldığı kirazların çekirdeklerini çıkarıp veriyor dudaklarıma, vişne kırmızısı öpüyorum parmak uçlarını. Hani bebeği olsam ancak bu kadar nazlardı sanıyorum beni.

"Mavi de yakışıyormuş sana.." diyorum bacağını okşarken, titreyişlerini hissediyorum incecik kumaşın altında.. ona böyle dokunmayalı ne çok zaman geçmiş ve bir dahası olmaz diye korkarken ben şimdi tüm o korkulardan arınmış bir öpüş ırağımdaki adamı yokluyorum. Birbirimizi sevdiğimizi susuyoruz. Ondan önce vefayı sunmuşuz çünkü kalplerimize.

"Senden olan çok şey zannediyorum ki bana ziyadesiyle yakışır." derken gülüşlerini bastırmaya çalışsa da küçük göbeğinin sarsıntısına dönüp öptüm tişörtünün üzerinden. Şimdilerde bu kumaşları ya çok ince kullanıyorlar ya da ben artık ona en ilkel arzularımı tutuşturmuş muhtacım.

Nefes alışları bir 'ahhh' ile sessiz iniltilere dönüşüp soluklarımızı ağırlaştıran havaya karışıyor. Bir kez daha öpüyorum. Başı geriye düşüyor, göğsü yükselip alçalıyor. Ellerim incecik kumaşı aşarak sıcak tenine ulaşıyor, ben okşadıkça sıcaklığı yükseliyor. Sarısı koyulaşıp gün yanığı bir hal alıyor.

Tişörtünü eteklerinden kaldırıp başımı biraz doğrultunca atletsiz teninden süzülen terleri aralayarak öpüyorum bana gizli gizli gülen karnından. Ağlar gibi bir ses kaçınca dudaklarından elleri saçlarıma dolanıyor, ellerim kalçalarının biraz üzerinden beline ve tenini biraz daha katıyorum dudaklarıma. Öptükçe eriyen her tenine yavaş yavaş sokuluyorum. Kanepede kayıyor ve beni bacaklarının arasına hapsederek göğsünde yükseltiyor. Tişörtünü gerdanına kadar sıyırarak gün ışığına karışan ak teninin izini sürüyorum, elbetteki dudaklarımla. Bacakları kanepede iki yanımda bir uzanıp bir toparlanıyor, iniltilerine birkaç tel saçımı kurban vermiş olabilirim. Yine de kopamıyorum, iki gül koyusu tomurcuğuna ulaşmışken.

"Jongin.."

Gün sıcağında yanan yapraklar gibi kavruluşunun çıtırtı koparan sesini duyuyorum, dudaklarıma susadığını. Ne versem kabul eden şu muhtaçlığı sabırsızlığımı sınıyor. Fakat şimşek çakar gibi ansızın babasız kalmış ben, birkaç günde soluvermiş ruhum onun sarısını bulmuşken ince ince karışmak istiyorum sarılar giyen adamın ruhuna. Yaralarından alıyorum yaralarıma katıyorum..
"Jongin.."
o adımı fısıldarken..

Mavilerimden bir bir soyuyorum onu. Bana gelişi gibi teslimiyetine birkaç yaş gözlerimden veriyorum, öpüyor her birini.

Buruş buruş bir yaşlı olup da güzelim karaca gözleri parlaklığını kaybedince hangi sokakta oturduğumuzu hatırlayamaz olduğunda bile hiç unutmak istemez gibi
"Jongin.."
adımı tekrarlıyor,
"Jongin.."
hatır denilen öğrenilmiş geçmişe kazıyor.

Şakaklarından da öpüyorum onu böylece. Aklıma birden gelmiş gibi irtifa kaybederek kasıklarına iniyorum. Kalçalarının baldırlarına uzandığı o kıvrımlardan da geçiyorum.

Hediyelere boğulmuş çocuklar gibi sevinçleri gülüşleri oluyor ve sonra bir anda iniltilerine karışıyor, ağladığını sanıp endişe ile doğrulduğumda dudaklarıma koşuyor.
Bir yerden düşecekmiş gibi tutunuyor, sarılıyor omuzlarıma, bu kez de en güzel boynundan öpüyorum. Bıraksam kollarımdan, kaybedecekmişim gibi sarıyorum onu. Süründüğüm nergis kokusu, tenindeki limon çiçeğine karışıyor, baharı kucaklıyoruz sanki.

It Takes A Lot Loving A ManHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin