Bahçesi olan bir restoranda durmuşuz gözlerimi araladığımda. KyungSoo'nun varlığı ile kalbim festival yerine dönmesi gerekirken
ya ben uyudum mu?Hayır öyle değil!
Emniyetinin verdiği huzurla biraz içim geçmiş, kendimden geçmişim ya da kendimi bulmuşum.
Gece de onun yüzünden delik deşik bir uyku ile sabahlamıştım zaten. Lakin onunla iken uyuduğum şu birkaç dakika bir gece dolusu uykuya bedeldi. Tamamen dinç olarak uyandım.Park alanından bahçeye geçtik. Bahçe hakikaten bahçe; aynı yerden tıraş edilmiş kısa bodur ağaçlarla çevrili, aynı çiçeğin farklı renkleri ile desenlenmiş bir bahçe değil.
Bildiğimiz domates, biber, marul, maydanoz ekili bir bahçe.KyungSoo şaşkınlığımı farketmiş olacak ki ömrümden bir yaş alabilecek bir gülüşle bana döndü.
"Ürünleri kendiler yetiştiriyor. Restoranın özelliği bu Şefim. Bu bahçeden fazlası var onlarda. Müşterilere imajlarını yansıtmak için etkili ve gerçekçi bir yol, değil mi?"
Takdir edasıyla başımı sallayarak onu onaylasam da içimdeki bu heyecanı bastırıp da anlattıklarına, etrafımıza odaklanamıyorum. Yan yana yürüyüşümüzde kolumu omzuna atasım geliyor. Koluna girmenin nasıl bir şey olacağını düşünüyorum, benden bir parça kısa olsa da ki bu da ayrı bir güzelliğine kirpiklerine yukarıdan tel tel şahit olmama vesile.. sarısına takılmış bir mavi gibi görüneceğim koluna girdiğimde.
Belki sarı papatyaya konmuş iri mavi bir kelebek gibi, boynu eğilen ben olacağım o ayrı.
Ya da koluma sarsam kolunu..
Hayır bu fazla törensel bir sahne, sanki ömrümüzü birleştirmeye ant içeceğimiz her dinde, her hayatta kutsal o törene gider gibi..Düğününde de sarı giyer mi ki?
"Önden buyrun Şefim."
KyungSoo, geniş buzlu camlarla süslenmiş ahşap kapıyı tutuyordu. Oysa ben onunla yan yana, el ele keşke, bir eşikten geçmek isterdim. Bir eşik kadar olsun onu geride bırakmak neden uğursuzluk getirecek bir laneti yapmışım gibi hissettiriyor? Ona henüz kendimi vermiş bile değilim.
Eşikten geçer geçmez adımlarıma eşlik etmesi için bekledim. Ne olur ne olmaz. Uğursuzluk bizi yani beni bulmasın.
Fesleğenlerin sıra sıra dizili olduğu bir pencere kenarına sakladı bizi KyungSoo. Herkesten saklanmışız gibi hiçbir gözün odağına girmiyordu oturduğumuz masa. Ben de diğerlerini göremiyordum ya, KyungSoo'dan başkasını da görecek gibi değil bakışlarım, her bir kımıltısına gözlerimi bağışlamışım.
Dalına dokunur dokunmaz kokusunu, konuklarını selamlar gibi yayan fesleğenleri nefesledim. Ömrümün en güzel anlarından biri. KyungSoo siparişleri verirken fesleğenlerin bir resmini aldım.
"Çok güzeller." dedi KyungSoo, şirketteki sayılı gülüşlerinin aksine rahat ve içten bir gülüşle. Fesleğenlere tüm ilgimi kaybettim bir anda. Asıl fotoğraflamam gereken KyungSoo'nun gülüşüydü. Kendi güzelliğini mütevazılığıyla göz ardı ederek bana fesleğenlerin güzelliğine dem vuruyor.
Ah çocuk!
Seni hiç şımartmamışlar, ağlayınca çirkin oluyorsun diye güldürmek için gıdıklamamışlar gibi."Üniversiteden bir dostum, beni mutlu eden şeylerin fotoğrafını çekmemi istemişti. O zamanlar bunu aramızda dönen tuhaf heyecan arayışlarından zannederdim. Çünkü ikimiz de hayatın sıradanlığına dair sıkıcı uzun konuşmalardan kazanlar dolusu lafı kaynatır dururduk."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It Takes A Lot Loving A Man
FanfictionGömleklerinin sarısı çoktu.. Bir sonbahar ikindisinde doğduğunu düşündürürdü bana.. Kahve acısı bakışlarında dolaşırken üşürdüm yalnızlıkla.. Parmakları hiçbir yüzüğü taşıyamayacak kadar yorgundu.. Parmaklarımı saracak olduğumda soğuktu.. Bahçesi...