SN: 11.BÖLÜM

705 39 0
                                    

***
Güneş gökyüzünden kaybolmaya başlarken etrafı gri bir renk bürümüştü. Bir gök gürültüsü koptu. O dehşet verici sesle gözlerini aralayan Stefan'ı, buğulu gözlerimle zar zor görüyordum.

-Mucizem... Kurtarıcım... Beni yalnız bırakma...

Diye mırıldandım.

Bir kez daha zorla kapandı gözleri. Bir feryat daha koparırken ona hala daha dokunduğumu fark ettim. Biranda ellerimi yüzünden çekecekken yarımca açılan ağzından sadece:

- H-ayır.

Kelimesini duydum. Sağ elini zor bela kaldırarak yüzüne yakın olan elime dokundu.

- A- hh- cı mı, din- di- ah- riyor.

Deyince ondan uzaklaşarak çıplak göğsündeki kızıl izlere baktım. Gözlerimden süzülen yaşlardan bir tanesi kızıl izlerden birinin üzerine doğru düştü. Düştüğü anda "cıs" sesi çıkarttı. Aniden Stefan'a doğru baktığımda ağzından belli belirsiz bir "ah" inlemesi çıkmıştı. Ellerimi yüzünden çekerek gözyaşlarımı sildim. Yaşın döküldüğü ize baktığımda rengi hafiflemişti. Git gide buzdan adamımın rengini almaya başladığını gördüğümde çok şaşırdım. Buğulu gözlerimin bir yanıltması mı? Anlamamıştım. Ta ki soğuk nefesimden:

- Dokun...

Nidasını işitene kadar. Ellerime sildiğim gözyaşlarımla göğsündeki izlerin üzerinden geçerken benim dinmeyen hıçkırıklarım ve Stefan'ın inlemeleri koca sessizliği bölüyordu. Az sonra izleri yok olmuştu. Hıçkırıklarım dinmeye başlamıştı. Ama Stefan hala daha baygındı. Gökyüzüne baktığımda sadece benim tepemde olan bir yağmur bulutu yağmaya hazır halde bekliyordu. Karşıda güneşin yeryüzüne bıraktığı ışık kırılmaları gözüküyordu. Yavaşça ayağa kalktım. Üstümü başımı düzeltim. Ve buluta doğru gözlerimi kapatarak :

- Yağ! Yağ ki tüm kötülükler suyla temizlensin. Yağ! Yağ ki acısı dinsin...


- Yağ! Yağ ki ellerimdeki katil izleri suyla beraber karışsın bu toprağa...

Tatlı bir ılıklıkta başlarken yağmur, ben Stefan'ın başının ucuna oturup başını dizlerimin üzerine aldım. Saçlarını düzeltim. Hoş dağınıkken bile güzeldi o. Savunmasızken bile güzeldi. Baygınken bile güzeldi. Sahi kendinde değilken bile bu kadar güzel olmayı nasıl başarabiliyordu?

Etrafa baktım. Heykel cesetler karşımda öylece duruyorlardı. Sessizlik hakimdi. Sağanak vardı evet. Aşk sağanağı mı? Acı sağanağı mı? İsmi üç harften oluşan, anlamları birbirleriyle uyumlu, her şey olabilirdi. Aşk demek acı demekti ve bunu buzdan adamım tam anlamıyla yaşıyordu.

Ağlama arkası durgunluğu olur ya hani işte şuan o haldeydim. Hissiz ama olacakları şimdiden düşünebilecek kadar ironisel duyarlı.

Dakikalar süren yağış bitmiş, bulutum gitmişti. Yerini güneş almıyordu bir türlü. Isıtmıyordu şuan bulunduğum yeri. Toprak soğuk, hava soğuk, ben soğuktum. Sırılsıklamdım. Stefan bir heykel gibi kucağımdaydı. Baygınlığı geçmemişti. Aslında uyuyor gibiydi. Ne kadar huzurlu gözüküyordu şuan. Eğer dinlenebiliyorsa bir süre daha böyle kalmasını isterdim. Onu seyretmek çok güzeldi.

Karşımda duran cesetler beni huzursuz etmeye yetiyordu. Hasta olmak istemediğim için üzerimdekileri çıkartmam gerekirken kuru bir şeyimin olmadığına ah ettim. Hava kararıyordu ve gece daha soğuk oluyordu. Hasta olursam yatmadan iyileşemeyeceğimide biliyordum. Acaba değiştikten sonra bile hasta olabilir miydim ki? Ah biraz kendimi tanımayı seçseydim, eminim bu halde olmazdım şimdi.

Stefan 'a doğru baktım. Kafasını tutup yavaşça yere doğru koyacakken birden bana doğru uzandı ve öptü. Gözleri kapalıydı. Neye uğradığımı şaşırırken bir eliyle boynuma bastırarak kendine çekiyordu. Ben kendimi çekmeye çalıştıkça o daha çok kendine çekiyordu. Çok güçlüydü ve savunmasız anlarımı iyi biliyordu. Saniyelerin ne kadar çabuk geçtiğini idrak edemesem de dudaklarının tadını alacak kadar kendimdeydim. Durdu ve yavaşça boynumu tutan elini hafifletti. Gözlerimin içene dolu dolu bakarken:

- Ödeştik Bayan Rain. Hayatımı kurtardınız. Bu da teşekkür hediyemdi.

Diyerek boynumu serbest bıraktı ve yerden yavaşça kalktı. Elleriyle toprağa dokundu ve avucuna biraz toprak alarak uzun bir iç çekişle kokladı.

- Aynı sen gibi kokuyor. İnsanken en çok sevdiğim ıslak toprak kokusunun bir gün en sevdiğimin kokusu olacağını tahmin edemezdim.

Ona şaşkın gözlerle bakarken ağzım yarımca açıktı.

- Şaşkınken bile o kadar tatlısın ki sırf şu ağzını açık bıraktığın için bir gün başına kötü bir şey gelecek.

-
Sen... Evet, iyi misin? Diye sormama gerek yok. Oldukça formdasın.

Dedim bu sınır tanımaz cümlelerini bana doğru savurmaya başlarken.
Hafifçe gülümsedim. Ama artık üzerimde o çocuksu tavrımı hissedemiyordum. Gülüşlerim sesimdeki ton değişmişti. Belki de bir katilin edasını ister istemez üzerime yapıştırmıştım. Gözlerim donuk ve duygusuz sabitleşebiliyordu. Ve artık ona bakarken utanmıyordum. Kendimi güçlü hissediyordum. Birden kafamı gözlerimi kırpmadan cesetlere çevirdim. Oda benim gözlerimi takip ederek arkasındaki cesetlere baktı. Kısa bir süreden sonra bana doğru döndü ve :

- Bunları yaka bilir misin?

- Öldürdüm Stefan.

- Öldürmek değil, yok etmen gerekir. Yakman lazım.

- Güneş batacak birazdan, nasıl?

Etrafına bakınarak güneşin batıdaki konumunda gözleri takılı kaldı.

- Kadının göğsünden çubuğu çıkaracak olursan uyanabilir. Boynunu kırıp öyle çubuğu almalıyız ve daha sonra güneşi batmadan o tepede yakalamalıyız. Işınları şuan olduğundan daha çok değerli. Çubuğu çekip, oraya gidip, ışınları alıp, buraya gelip, onları yakacaksın.

- Bunların hepsini tek başıma yapacağıma inanıyor musun?

- Ah İris, ben söylemeden niye kabullenmek istemiyorsun? Ben canlıyken "tek başına " diye bir şey yok. Bu işi beraber yapacağız.


-Ah tamam haklısın. Hadi şu işi vaktiyle bitirelim.

Dedim. Ve yerden doğruldum. O da benle aynı anda kalktı ve önden yürüdü. Koyu mavi tenli adamın kafasız bedenini tuttuğu gibi kenara fırlattı. Bana doğru şaşkın gözlerle :

- Bunun burada ne işi var? Sen nasıl ikisini de öldürdün?

- Kendi kendilerini öldürdüler aslına bakarsan.

Dedim, son derece soğukkanlılıkla.

- Ah o anı izlemek için neler vermezdim. Sana zarar vermediler öyle değil mi?


- Belki bir kaç tel saçım. O kadar.

- Kel kalsan bile o güzel yüzün senden vazgeçmeme olanak sağlamaz.


- Edebiyatın sırası mı? Hiç sanmıyorum Stef...

- Neyin var? Karşılık verirdin normal de? Yoksa senin karşında o haldeyken benden ciddi anlamda soğudun mu?


- Saçmalama. Seni öyle görmeye dayanamadığım için bunlar oldu... Senden soğumak mı? Unutma. Stefan unutma. Senden soğumak sadece ölümümle eş değer olabilir. Hayatımda ilk defa...

" KATİL" Diye aynı anda söylemiştik. Benden önce davranıp :

- Oldun.

Dedi. Devam etti:

- Ama bunlar yaşayacaklarımızın yanında çok ufak şeyler. Lütfen alış bunlara. En azından işimizi hal edene kadar düşünmemeye çalış, biliyorum senin için hiç kolay değil.

-Ama...

Dedim, yutkunup biraz bekledikten sonra:

- Haklısın... Hadi biran önce bitirelim şu işi. Kafasını sen koparır mısın?

- İnan bana bunu ne zamandan beri yapmak istediğimi tahmin edemezsin.


Dedi ve mavi kadına doğru döndü saçlarını tuttu ve o kadar güçlü bir şekilde çekti ki elinde kopan sarı saç tutamları sallanır bir hal aldı. Bana dönerek :

- Bu kadar yeterli mi sende ki kayıplar karşılığına?

Sinsice gülerek intikam ateşini alevlendiren bu hareketi karşısında ona doğru :

- Daha fazlaa.

Dedim. Elindeki sarı saçları boşluğa savurdu ve bir kez daha kadının saçlarını çekerek, kopan fazlaca bir tutamı bana doğru salladı.
- Peki ya şimdi?

-Sadece vakit kaybı olmasın diye... Yeterli.

- Güzel.


Dedi, etkileyici ve tertemiz bir ses tonuyla. Kadının kafasını tuttu ve sessizce bir şeyler fısıldayarak iki yana hızlı bir şekilde salladı. Yani benim gördüğüm buydu. Ama yanına yaklaştığımda kadının kafasının bedeninin pozisyonuna göre ters bir şekilde dönmüş olduğunu gördüm. Stefan ayağa kalktı ve boynuna doğru sert bir ayak bastı. Küt diye yankılanan ses ardından cam kırılması sesi oluştu ve kadının vücudu çatladı. Stefan kenara çekildi ve :

- Sıra sende.

Dedi, bende eğilerek göğsünden iki elimi yerleştirdiğim o çubuğu hızlıca çektim. Çeker çekmez kadının bedeni resmen paramparça oldu ve az sonra yerde cam kırıklarını andıran bir görüntü peyda oldu. Stefan 'a tatlı bir gülümsemeyle kirpiklerimin kaşlarıma değmesine izin verecek şekilde kafamı kaldırmadan baktım.

- Güzell. Haydi şimdi onu sıkıca tut ve sırtıma bin. Orta uzunlukta bir yolculuğa çıkacağız.

- Pekala.

Dedim, ve ıslak pelerinimin kol içine doğru yerleştirdiğim ateş çubuğunun bir kısmını avucumun içine yerleştirdim ve sıkıca tuttum. Stefan biraz eğildi. Boynuna sarıldım. Elleriyle bacaklarımı gövdesine yerleştirerek sıkıca tutunmamı sağladı.

- Nefesini tutmana gerek yok. Zaten nefes kesici bir yolculuğa başlayacağız.

Diyerek o çilek dudaklarını araladı. Gözlerimle onun o güzelliğine bakarken tadının da çilek gibi oluşu beynimde dolaşmaya başladı. Şükürler olsun ki artık düşüncelerimi okuyamıyordu.

- Hey. Düşüncelerini okuyamıyorum. Ama dudaklarıma bakmayı kes. Bu beni rahatsız ediyor.

Dedi, çekingen ama dalga geçer bir edayla.

- Öyle mi? Beni öperken hiç rahatsız olmuyordunuz ama?

- Bak şu kuşu görüyor musun?


SOĞUK NEFESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin