Multimedya, Beste
Jeon jungkook - Paper hearts
Bölümün sonlarına doğru yazımda bir karışıklık olursa hikayeden çıkıp tekrar girin. Bazen sorun olabiliyor.
🍁
▪
Pazar, öğlen saatleri.
▪Tuttuğum nefesi, babamın evden çıktığını kapıyı örtme sesiyle anladığımda rahatça bıraktım. Okul zamanı çok erken kalkıyor, diğer sabahlar ise onunla karşılaşmamak için geç uyanıyordum. Fakat babam ne yazık ki bugün bir ilk gerçekleştirmiş, geç kalkmıştı. Onun sabah kahvaltısı gibi bir sorunu yoktu. Zaten her sabah erkenden kalkar kendini bir kahvehaneye atarak tüm gününü alkol alarak geçirirdi. O çalışmadığı için haliyle evde ne yiyecek bir yemek bulunuyordu, ne de faturaları ödeyecek bir para. Geçimimi elimden geldiğince ben idare etmeye çalışıyordum. Pazartesi, salı ve çarşamba günü olmak üzere üç gün bir kitap evinde çalışıyordum. Genellikle okuldan sonra saat beş, altı gibi gidiyor akşam on, onbir gibi eve geri geliyordum. Akşam geç olduğunda da bizimkilerden biri beni almaya geliyor geri dönüşü birlikte yapıyorduk. Her ne kadar onları uğraşmamaları için uyarsamda beni pekte gâleye aldıkları yoktu. Aldığım haftalığın çoğunu ay sonu için gerekli faturalara saklıyor, diğer kalanlarla eve karnımı doyuracak bir şeyler alıyordum. Zaten babamın eve gelip yemek yediği bile yoktu. O sadece kafasına her akşam yemek yediğini sanarak ara sıra krize girmiş, ortalığı yaygaraya vermişti. Tabii, bu durum en çok bana işliyordu. Her zaman canı yanan ben oluyordum. Babam o kadar sorumsuzduki bu evde yaşadığına dair kendisinde bir kanıt dahi bulamazdı.
Sakin adımlarla odamdan çıkıp, hol boyu ilerledim. Geniş salon yoğun bir sigara kokusuyla burnumu sızlatırken, yüzümü buruşturdum. Şu an sigara içmediğine çok emindim, artık kıyafetlerini bile kirlilere atmadığından pis ve leş gibi bir kokuyla etrafta geziniyordu.
Ondan iğreniyordum.
Odada bulunan perdeleri kenara çekip, yeni doğan güneşin yaydığı ışınların evi aydınlatmasına izin verdim. Hızla camları da açıp içerdeki pis kokunun dağılması için uğraştım. Pencere kenarından ayrıldıktan sonra salonda duran büyük aynalı dolaba doğru ilerledim. Dolabın arkasındaki çıkıntıya sakladığım küçük anahtarı alıp, kilitlediğim çekmecenin kilidini açtım. İki uzun gümüş rengi şiş ve bir yumak ipimi aldıktan sonra çekmeceyi kapatıp salondaki koltuklardan birine kuruldum. Bacaklarımı kalçamın altında kıvırıp rahat bir pozisyondayken iki şişi elimle kavradım.
Bir tanesine, siyah ipi düğümler atarak çevresine doladım. Kısa bir sürede bütün şişi düğümledikten sonra diğer şişi alarak düğümlerin arasından birer ilmek geçirdim. Her şiş hareketimde ilmeklerim büyüyor, şişin uzunluğunda bir örgü ortaya çıkıyordu. Örgü yapmaya bayılıyordum. Beni olduğum yerden soyutluyor, olan her şeyi arkamda bırakmama olanak sağlıyordu. Her bir şiş darbesinden ortaya çıkan ufak ezgi beni mest ediyor, gözlerimi örgüye kilitliyordu. Daha önce kendime bir atkı örmüştüm fakat şimdi ne öreceğim hakkında bir fikrim yoktu. Büyüyen ilmeklerin ortaya çıkardığı tabloya baktım bir süre. Böyle bir şey nasıl beni mutlu ediyordu bilmiyordum. Zaten bu hayatta bilmediğim fakat o anı yaşadığım tek şey örgü yapmaktı.
İlmekleri birbirine düğümlemek annemden bana kalan bir hatıraydı.
Örgü örmeyi bana o öğretmişti. Annemi seviyordum. Hayattaki tek gerçeğim ve tek dayanağım annemdi. Bana verdiği sevgi ve öğrettiği bir çok bilgi zihnimdeki yeniliklere yer kazanmıştı. Onu kaybettiğimde 14 yaşımdaydım. Neden öldüğünü bilmiyordum. Gerçekten onun ölümüne sebep olan şeyi bilmiyordum. Çünkü her şey ben okuldayken gelişmiş, çocuk aklımla hiçbir şeyi kavrayamamıştım. Sorunun üzerinde de hiçbir şekilde duramamıştım. Bildiğim tek şey evde ölü bulunmasıydı. Babama bile patlamıştım fakat o, beni kendisi öldürmediğine inandırtmıştı. Derin bir nefes alıp düşüncelerimden kurtulmaya çalıştım. Uzun bir süre kendimi soyutlamış olmalıydım ki ilmeklerim sonucu ortaya yarı yarıya düz bir örgü çıkmıştı. Şişleri birbirinden çıkarmadan kenarı koyup koltuktan kalktım. Örgü yaparkenki bir diğer güzel şey ise müzikti. Telefonumu almak için odama ilerleyip yavaşça kapımı açtım. Dağınık odam göz devirmeme neden olurken fazla umursamadan yastığın altına koyduğum telefonumu avuçladım. Tekrar salona dönerken odamın kapısını açık bırakmıştım. Kalktığım yere aynı pozisyonu alarak oturup elimdeki telefonun ekran kilidini girdim. Müziklerin bulunduğu uygulamaya girecekken bildirim panelinde beliren mesajla parmağım oraya kaydı. Gelen mail kendiliğinden yavaşça uygulamayı açtığında kaşlarımı çatarak mesajı okudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ÇİFT GÖKYÜZÜ
Short Story"Mesafeler," dedim, aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapatıp, gözlerinin içindeki yıldızlar ile bakışırken. "Nedeni ya aramızdaki uzaklık ya da dilimizi susması için kelepçeleyen kalplerimizdeki burukluk." diyerek, kendi gökyüzümden bir yıldız saldım...