05.04.18 ~ 01.04.20
Talos - To each his own
🍁
•
Perşembe, akşam beş sıraları.
•Küçük ya da büyük farketmeksizin zaaflarım, kendimce alışkanlıklarım vardı.
Mesela asla ona sarılmadan uyuyamadığım ayıcığım, uzun uğraşlar sonucu bulduğum onları sadece kendime ait hissetiğim -paylaşamadığım- şarkılar ve şarkıcılar, bir yığın halinde sakladığım kitaplarım, her izlediğimde etkilendiğim dilimden asla düşürmediğim anime karakterlerim ve annem her zaman gözümde büyüttüğüm zaafımdı.
Zaaflarımın en büyüğü annemdi.
Çocukluk hayatımdaki birçok hatıramın sahibiydi. Aklımdan hiçbir zaman silemediğim anılarım ise her gece annemin uyumadan önce bana anlattığı hikâyelerle geçirdiğim zamanlara aitti. Anlattığı hikayeler de öyle kırmızı başlıklı kız veyahut pamuk prenses gibi basit hikayeler değildi. Garip kurguları vardı annemin. Yaşımı hep göz önünde bulundurur, bilimden, sanattan bazen fantastik dünyalardan bazen de gerçek dünyadaki acımasız olaylardan birer kurgu yapıp anlatırdı bana. Onun hikayelerinden hep çok etkilenirdim. Gün içinde gece olmasını yatmadan önce yaptığım rutin işlerimi hallettikten sonra kalın yorganımın altına girer ve birazdan odama geleceğini bilerekten heyecanla beklerdim.
Tıpkı şu an mutfakta, aç karnımı bir an önce doyurmayı beklediğim gibi.
"Su kaynamadı mı hâlâ?" dedim, küçük karton kutunun ağzını yarıya kadar açıp, kendine özel körili yağını ve baharatını kalıp makarnanın üzerine dökerken. Noodle'a bayılıyordum.
Şu an tek eksik şey ise, hâlâ kaynamayan sıcak suydu.
"Pişt, Müco?" diyerek, tekrardan bağırdığımda isyan eden sesi salonda yankılandı.
"Ne var, ne? Az bekle!"
"Daha ne kadar bekleyeceğim acaba? Dokuz doğurdum be burada!"
"Getiriyorum Allahın cezası, getiriyorum."
Dudaklarımı ısırarak ellerimi çırptım. Hem acıkmış, hem de kaç gündür yemediğim için canım çekmişti. Mücahit, elindeki kettle ile gelerek sertçe masaya bıraktı.
"Çabuk zıkkımlan. Bizimkiler bekliyor," dedi, yanımdan ayrılırken.
Gözlerimi anında devirirken onu umursamadım. Sıcak suyu hazırladığım karışıma döküp hızla ağzını kapattım. Kısa bir süre sonra kapağını tamamen kaldırıp makarnayı karıştırdım. Kokusu bile beni rahatlatıyordu. Sıcaklığını umursamadan çatalıma büyük bir kısmını dolayıp ardından ağzıma attım. Haşlanan dilim, ağzımdan hayıflanırcasına boğuk mırıltılar dökülmesine sebep olmuştu. Ağzımdaki büyük lokmayı çiğneyip yuttuktan sonra tekrar dilimi yakmak istemediğim için bir sonraki lokmamı üfleyerek soğutmaya çalıştım. Her ne kadar fazla sıcak olsa da tadını böyle çıkarıyordum. Bu enfes bir şeydi. Yavaş yavaş yiyip, en sonunda suyunu azcık da olsa içtim. Kısa sürede noodle'mı bitirdikten sonra masadaki parçalanmış küçük paketleri toplayıp karton kutunun içine sıkıştırdım. Ardından mutfağa ilerleyip çatalımı makineye yerleştirdikten sonra karton kutuyu çöpe attım.
Gerine gerine mutfaktan çıktığım sırada Mücahit sinirli bakışlarıya beni izliyordu.
"Ne?" dedim, hiçbir şey anlamadığımı belirtten bir ses tonuyla.
"Ne demek ne? Sana hızlı ol diyorum, inadına uyuşuk uyuşuk hareket ediyorsun."
"Ama biliyorsun benim Noodle yavaş yediğimi," diyerek dudağımı büzdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ÇİFT GÖKYÜZÜ
Historia Corta"Mesafeler," dedim, aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapatıp, gözlerinin içindeki yıldızlar ile bakışırken. "Nedeni ya aramızdaki uzaklık ya da dilimizi susması için kelepçeleyen kalplerimizdeki burukluk." diyerek, kendi gökyüzümden bir yıldız saldım...