Hiç kimseyi kırmak istemezmiş. Tek amacı sonsuz olmakmış, gökyüzü gibi.
Gökyüzü sinirlenir ise, deniz de sinirlenirmiş. Yağmurlarla beslenir kabarırmış. Ulaşmak istermiş gökyüzüne. Gökyüzüne kadar çıkmak ve ona dokunmak, en büyük hayali imiş. Bu sırada yıktıklarının önemi yokmuş, onun gözünde.
Öyle bir güne ulaştık, deniz adam ve ben. Hava öyle bulutlanmış, deniz öyle dalgalanmış ki; sabah olduğu bile belli olmuyormuş.
Dönüş yolundaydık, ama çıkan güçlü fırtına yüzünden hızlı ilerleyemiyorduk. Hatta bir süredir hiç ilerleyemiyorduk. Dalgaların boyu o kadar yüksekti ki, güverteye kadar ulaşıyordu. Gemi, okyanusun ortasındaki minik bir kayık gibiydi. Öylesine sallanıyordu. Chanyeol, yolcuları güverteye çıkmamaları konusunda uyarmıştı.
Bir de kaptan kıyafetlerini giymişti bu gün. Son gün olduğundan mıdır, bilinmez. Dümeni sıkı sıkı kavramıştı ve gözleri hep ileri odaklıydı.
Ben korkmuyordum, ancak yolcuların korktuğu barizdi. Her dakika biri kapıya dayanıyordu ya da arıyordu. Chanyeol zaten sinirliydi. Bir de bu, üstüne tuz biber oluyordu.
Chanyeol, telsizden sesler geldiğinde, telsizi eline alıp konuşmaya başladı.
"İskeleye sadece kırk beş dakika uzaklıktayız. Ancak fırtına yüzünden ilerleyemiyoruz. Fırtınanın dinmesi ne kadar sürecek?" Sesi şimdiye kadar duyduğum en ciddi tonundaydı. İşini yaparken hep ciddiydi zaten."Yarım saat içinde durulacağı tahmin ediliyor. Fırtına dünden beri devam ediyor." Telsizden gelen ses cızırtılı ve kulak tırmalayıcıydı. Ses kesildiğinde Chanyeol'un çenesi kasıldı. Telsizi sertçe yerine bıraktı. Çıkan yüksek ses yüzünden, irkilerek yerimde hopladım.
Odaya siması tanıdık olan bir çocuk girdi. Korkmuş ve heyecanlı görünüyordu. "Buyurun, Bay Park." Sesi de yeterince korkmuş olduğunu ele veriyordu.
"Yelkenlerin ikisini de açmanı istiyorum. Savrulmamızı engelleyecektir."
Çocuk başını salladıktan sonra Chanyeol'un yanına adımladı. Duyamadığım bir şeyler konuştular. Odanın içinde gözlemci gibiydim, kimse beni umursamıyordu.
Birden içeri bir kadın daldı. "Park Chanyeol, derhal bizi iskeleye götürmeni talep ediyorum," diye bağırdı cırtlak sesi ile. Chanyeol arkasına öyle yavaşça döndü ki, korku filmi sahnesi gibiydi. Sinirli bakışlarını kadına diktiğinde kadının korku ile yutkunduğuna şahit oldum. Açık kapıdan dalan başka bir genç, kadını zorla dışarı çıkarmaya çalışırken, Chanyeol'dan özür diliyordu. 'Bu ne canım kapıyı açık gören giriyor' diye bağırmak istesem de çıtımı bile çıkarmadım.
Chanyeol, "Kesin sesinizi kimsenin sesini duymak istemiyorum," diye bağırdı. Sesi o kadar gürdü ki kadın ve onunla uğraşan genç anında dışarı fırladı.
O an fark ettiğim şey ile kalbim hızla çarparken gözlerim yuvalarından fırlamak istercesine açıldı. On dakika önce odada dolaşan minik köpeğim, şu an odada yoktu. Gözlerim açık kapıya kaydığında korkuyla yutkundum.
"Chanyeol," dedim titrek sesim ile.
"Sen konuşabilirsin, bebeğim," dedi yanındaki genci umursamadan. İnan ki Chanyeol, şu an korkudan kalbim teklemese, yanına gelir seni öperdim.
"Ice yok!"
Hızlıca etrafı taradım. Odaya gidemezdi, çünkü kapı kapalıydı. Gerçekten yoktu. Kapıdan çıkmış olmalıydı. Koşturarak kapıya vardığımda, Chanyeol arkamdan gelerek kolumu yakaladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKY On The SEA
FanfictionDenizin dalgaları, taşıp ulaştığı zaman gökyüzüne, dudaklarımız buluşacak gökyüzünün kırmızı çizgisinde. 7718