Koşuyordum.
Bulutların üzerinde.
Uzun süredir koşuyormuş gibi hisseden bedenim, şimdiden çığlık çığlığaydı. Nefesim tekliyordu. Nereden koşmaya başladığımı bile bilmiyordum. Sanki birden buraya düşüp, koşmaya başlamıştım ya da var olduğumdan beri koşuyordum. Rüzgar serçe saçlarımı sıyırıp arkaya doğru yatırdı. Ellerimi dizlerime yaslayıp nefeslenmek istediğim anda bedenim aşağı doğru düşmeye başladı. Havayı yararak hızla düşüyordum, sonsuzluğun içine.
Bu yüzden, yeniden koşmaya başladım. Ayaklarım hızla ileri doğru atıldı, kasılmış bacaklarım canımı yakarak ilerlemeye kaldığı yerden devam etti. Yavaşça ellerimi boğazıma sardım, gözlerim kısılırken önümdeki beyaz perdeyi aralayıp etrafa bakınmaya çalıştım. Hiçbir şey yoktu. Sonsuz bir beyazlığın içindeydim. Durmak istiyordum ancak bu ölüm demekti, öyle değil mi?
Bir ışık gördüm. Rengi maviydi. Beyazlığı yararak hızlı etrafa yayılmaya başladı. Kamaşan gözlerimi kırpıştırdım. Denizin mavisi, beyazın içine ilmek ilmek işliyordu.
Sonsuzluğu bile yaran, mavi bir sen.
Titrek bir gülümseme sardı dudaklarımı. İlerledikçe önümde görüntüler oluşmaya başladı. Tanıdıklık hissi sardı ruhumu. Her adımda görüntüler netleşti. Burayı tanıyordum.
Bacaklarıma biraz daha yüklendim. Git gide uçuruma yaklaşıyordum. Bu yüksek kayalıktan atladıktan sonra bedenim hızla denizin sularıyla buluşacaktı. Yirmi metreden aşağı atlarken kalbimin attığı çırpınışlar, hissettiğim en güzel çırpınışlardandı. Öylesine çaresiz, öylesine heyecanlı...
Uçurumun sonuna geldiğimde, ileri doğru atıldım. Bacaklarım hareketlerini keserken aşağı doğru düşmeye başladım. Gözlerimi kaldırıp yukarı doğru baktığımda, benim geçtiğim yerlerin maviliğinin yok olduğunu fark ettim. Ben aşağı düştükçe yukarıyı beyaz bir boşluk kaplıyordu.
Saçlarım karman çorman olurken kollarım başımın iki tarafına doğru açılmıştı. Bedenim suyun içine girdi. Hareketsiz bedenim usul usul süzüldü, dibe doğru. Kollarım suyun kuvveti ile vücudumun iki yanına doğru açıldı ve de kapandı gözlerim. Sırtım kumların üzerine vardığında, kapattım gözlerimi. Yeniden bir gülümseme sardı yüzümü.
Bedenim toz olup yok olurken o dünyada, tekrar birleştim, var oldum bu dünyada.
Rüyamda var olan gülümseme ile açtım gözlerimi. Orayı tanıyordum. İlk defa annemle gitmiştim. Oradan ilk defa atlarken yaşadığım korkuyu ve sonrasında gelen mutluluğu daha dün gibi hatırlıyordum. Düşüncelerim sardı beynimi, rüya boyunca hiç korkmadığımı anımsadım. Peki ya, ben olmazsam mavi yok olur gider miydi?
Hızlıca bir karar aldım. Kocaman kayaların ardına saklanmış eski dostum deniz, beni oraya çağırıyordu. Orayı özlediğimi fark ettim. Bu gün oraya gidecektim. Annemin anısına, sanki o beni izliyormuş gibi, ardıma bakarak atlayacaktım aşağı.
O an fark ettiğim boşluk hissi ile etrafıma bakındım. Chanyeol yoktu. İçimden gelen somurtma isteğine engel oldum. Daha dün karaya çıkmıştık ve o buraya gelmişti. Yani işi olabilirdi. Bu yüzden pek de kafama takmadım.
Uyuşuk hareketlerle üzerimi değiştirdim. Telefonumu evde bırakmayı tercih ettim. Suya atlarken bırakabileceğim bir yer yoktu. Yürüyerek en az kırk dakikamı alan yolu kısaltmak için ara sıra koştum. Uzun süredir koşu yapmadığım için, çabuk yorulmuştum. Gözlerimi çocukluğumu geçirdiğim sokaklarda gezdirdim. Ben küçükken her zaman sokakta oynardım. Şimdi oynayan çocukları görünce mutlu oluyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SKY On The SEA
FanfictionDenizin dalgaları, taşıp ulaştığı zaman gökyüzüne, dudaklarımız buluşacak gökyüzünün kırmızı çizgisinde. 7718