"Ben ve ailem de senin gibiyiz aslında. Biz de süs meraklısı değiliz, gösteriş meraklısı değiliz, Açlık Oyunları'nı -yutkundum- sevmeyiz. Bu yüzden seni dışlamam merak etme Ros." dedim hüzünlü bir gülümsemeyle. Sonra sözlerime devam ettim: "Trina benim en iyi ve tek arkadaşım. Yani benim de fazla arkadaşım yok." Rosie, "Benim hiç yok." diye fısıldadı. Kendi kendine mırıldanır gibiydi ama duymuştum. Gözümden bir yaş damlası süzüldü onun için.
"Her şeyim mükemmel gibi gözüküyor, değil mi?" dedim Rosie'ye. Başını aşağı yukarı salladı bana bakmadan. "Ama öyle değil. Öğrendim ki bir kardeşim varmış ve bunu Oyunlar'a seçildiğim gün öğrendim. Ne zaman doğacak bilmiyorum ama Oyunlar'da ölürsem..." Tamamlamamı istemiyor gibi kollarını bana sardı. Ne diyeceğimi anlamıştı. Oyunlar'da ölürsem kardeşimi asla tanıyamayacaktım. O da beni... Rosie'yle birbirimize sıkıca sarılırken iç sesim yüzleşmeye korktuğum şeyi söyledi. Haklıydı da... Gerçek düşmanının en güçlü olanın olduğunu düşünüyorsun. Jack gibi, Amanda gibi... Ama çok fena yanılıyorsun. Gerçek düşmanın Rosie. Çünkü onu öldürmeye asla cesaret edemeyeceksin."
Gerçekten geriye bir tek Rosie'yle ben kalırsak ben ne yapacaktım? Onu öldürebilir miydim? Hiç sanmıyordum. O minik Ros'u kendi ellerimle öldüremezdim ki, ona kıyamazdım. Bunu sonra düşünürsün, dedim kendime içimden. Son 2'ye ikimizin kalması çok düşük bir ihtimaldi zaten.
"En sevdiğin renk ne?" Bu soruyu sorması çok iyi olmuştu. Artık o korkutucu düşüncelerle yüzleşmeye devam etmeyecektim konunun değişmesiyle.
"Sarı. Senin?"
"Mavi. Aynı senin gözlerin gibi." dedi gözlerimin tam içine bakarken. "Ama seninkiler de mavi?" dedim şüpheyle. "Olsun." dedi. "Seninkiler daha güzel." Gülüştük. Rosie'ye fazlasıyla ısınmıştım.
Fırlattığım bıçakların durduğu hedef tahtasına baktı. "Çok iyi bıçak fırlatıyorsun." dedi. "Seni izledim." Gülümsedi. "Bıçak fırlatabildiğimi ben de bilmiyordum. Daha demin bu yeteneğimi fark ettim." diye cevap verdim ona. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra devam etti:
"Güzel."
"Ya sen?" diye sordum. "Nelerde yeteneklisin?"
"Mızrak fırlatmakta iyiyim."
"Güzel." Gülüştük. Sonra ise beni utandıran bir şey söyledi:
"Seni tırmanmaya çalışırken de izledim." dedi gülerken. "Umarım düştüğünde çok acımamıştır sırtın falan." Bu sefer ben de güldüm onunla. "Yine de" diye devam etti. "Yine de sonunda 4. dala çıkmayı başardın." "Senin için daha kolaydır." dedim ona dönerken. "Sen daha zayıf ve daha kısasın benden." Başını onaylar şekilde salladı. "Her yere tırmanabilirim." Aklıma güzel bir fikir gelince ona döndüm: "Birlikte çalışalım mı? Sen bana mızrak öğret, ben de sana bıçak fırlatmanda yardımcı olurum." Onayladığını belirten şekilde gülümsedi.
Kaç saat çalışmıştık, bilmiyorum. Ama içeriye birer ikişer haraçlar girmeye başlamıştı artık. Birbirimize yardımcı olmamız, işe yaramıştı. Mızrakları bana yetecek derecede iyi kullanabiliyordum, o da bıçakları. Ayrıca ağaca nasıl daha kolay tırmanabileceğimi gösterdi. Yeni rekorum 5. daldı.
"Çok uykum var. Ayrıca çok açım." dedi Rosie. Gülümsedim: "Ben de ama haraçlar gelmeye başladığına göre kahvaltı birazdan başlar." dedim.
Zamanı boş değerlendirmemek için Rosie'yle hayvan avlamak için tuzak kurmayı öğrenmeye çalıştık. Tuzak istasyonunda yazan yönergelerin sonuncusuna geldiğimizde kahvaltı anonsu yapılmaya başlanmıştı bile:
"Sayın haraçlarımız, lezzetli kahvaltımıza davetlisiniz." Devamını dinleme gereği duymadım bile. Kim bilir ne kadar saçma şeylerle devam ettirmişti anonsunu adam. O iğrenç sesi dinlemeye dayanamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
76. Açlık Oyunları
Ciencia Ficción"İki seçeneğim vardı sadece: Ya katil olacaktım ya kurban." □ Öncelikle kitabıma şans verdiğiniz için teşekkür ederim. □ Açlık Oyunları, yazarı Suzanne Collins olan bir kişinin yazdığı 3 kitaplık bir seridir. 1. kitabı Açlık Oyunları, 2. kitabı Ateş...