11. Bölüm

725 74 154
                                    

"Aradığınız kişiler oraya gitmeyi düşünüyor olabilir."

Aynı cümlenin beynimde bininci kez yankılanmasıyla, başımı iki yana salladım. Vücudum titrerken kendimi yere bıraktım.

Bu cümlenin benim için söylendiği, apaçık belliydi. "Aradığınız kişiler" sözleriyle, adamın Rosie'yi kastettiğini anlamıştım. Zaten başka kim müttefiğini kaybedebilecek kadar akılsız olabilirdi ki, benim dışımda?

Zorlukla kocaman bir nefes çektim içime. Rosie'yi bulmamın tek şansı ziyafete gitmekti. Çünkü o da oraya beni bulmak için gelecekti, biliyordum. Ama birbirimize kavuşmak o kadar kolay olmayacaktı ki... Ziyafete gitmek çok tehlikeliydi. Rosie'nin de, benim de ziyafette ölme ihtimalimiz yüksekti. Zaten ben de bu yüzden çok gergindim. Korkuyordum, birimizin ölmesinden delice korkuyordum.

Ama ziyafete gidecektim, bunu biliyordum. Çünkü ziyafete gitmek, Rosie'yi bulmakta tek ve son şansım olabilirdi. Onu bulmaya bu kadar yaklaşmışken, elime geçen şans riskli de olsa bu şansı kullanmak zorundaydım.

Ama, ziyafet saati gelmeden önce mutlaka bir plan oluşturmam gerekiyordu. Oraya "Olsun da bitsin." modunda gidemezdim, Rosie'yle benim hayatımız söz konusuydu. Ve ben, yaşamayı hafife alamazdım.

Biraz düşündükten sonra en mantıklısının, ziyafet saatinde Cornucopia'ya yakın herhangi bir çalılığın arasında saklanmak olduğuna karar verdim. Önce diğer haraçların savaşlarını ve ölümlerini bekleyecek, geriye az sayıda haraç kalınca ben de savaşa dâhil olacaktım. Çünkü tahminimce Rosie de çalılıkların arasında ya da ağaçlardan herhangi birinde saklanacaktı. Böylece, ben savaşın içine dâhil olduğumda beni görecek ve o da savaşa dâhil olacaktı. Sonraysa, birlikte savaşacaktık. Bütün gücümüzle... Varımızı, yokumuzu ortaya koyarak...

Kazanır mıydık, hayatta kalır mıydık; bilmiyorum. Ama kazanmak, hayatta kalmak için elimizden geleni yapacağımıza hiç şüphem yoktu.

Bakışlarımı yine, gökyüzündeki sanal saate çevirdim. Zaman, üstüme üstüme geliyordu sanki... Saat 14.00'e yaklaştıkça, gerginlikten döktüğüm terler artıyordu. Plan kurmuştum kurmasına ama, ne olacağının garantisini veremezdim ki... Rosie yanımdan akıp gittiği gibi, ziyafette hayatımdan da akıp gidebilirdi... Şuan onu bulmaya dair bir umudum vardı. Yine birlik olacağımıza dair bir umudum vardı. Ama onu ziyafette kaybedersem... Ona dair hiçbir umudum kalmazdı ki...

Bunları düşünmek, canımı aşırı derecede yakıyordu. Onu kaybetme ihtimalimin olduğu düşüncesi, kalbimi parçalıyordu.

Tüm bu can yakıcı düşünceleri aklımdan atmak istercesine ayağa kalktım. Yürümek, iyi gelebilirdi belki.

Ama yürümek, Rosie'ye iyi gelmedi, diyen iç sesimi umursamamaya çalıştım. Ne yazık ki başaramadım. Çünkü haklıydı iç sesim. Ne dersem diyeyim, ne kadar inkâr edersem edeyim; haklıydı...

Ve iç sesim bunu dedikten sonra, yürüme isteğim yok oldu. Rosie benim ruh ikizimdi. Ona yürümek iyi gelmediyse bana da gelmezdi, biliyordum.

Kalktığım yere, çaresizce geri oturdum. Başımı ağacın gövdesine yaslayarak, kötü düşünceleri aklımdan uzaklaştırmaya çalıştım.

"Hayatımda beni en çok mutlu eden ne?" diye sordum kendime. Bu sorunun cevabını düşünmeme bile gerek yoktu. Cevap şüphesiz, ailemdi.

Ailem şuan yanımda değildi. Ama anılarım yanımdaydı ve asla kaybolmayacaklardı. Zaten haraçların kurayla seçiminin sabahı, buna dair söz vermiştim kendime. Sözümü tutmaya kararlıydım, anılarımın zihnimden kaybolmasına asla izin vermeyecektim.

76. Açlık OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin