Söz verildiği gibi, akşam yemeği 30 dakika sonra servis edilmişti."Pirinç pişirmek neredeyse bir saat sürüyor, bu yüzden bugünlük sadece bu çabuk hazırlanabilenlerle yetineceğiz." Yoongi, Jimin'e bir kase beyaz, akışkan pirinç verirken açıkladı.
"Sorun değil. Bu zaten çok iyi görünüyor," diye yorumladı Jimin, gözlerini, hemen hazırlanmış güveçten ve tavada kızarmış balıktan alamıyordu.
"Bekle, birazcık daha mezem var," diyerek neşelendi Yoongi. Buz dolabına gitti ve önceden paketlenmiş plastik meze kaplarını çıkardı. "Burada, salatalık kimçisi, ançuez, ıspanak, japchae ve fasulye var. Ah, ama sen fasulye sevmiyorsun... Diğerlerini getireyim o zaman." Yüksek sesle mırıldandı.
Ve Yoongi, mezeleri çeşitli tabaklara dağıtmakla meşgulken, söylediklerine dikkat etmemişti ama Jimin garip bir ayrıntı fark etti.
Jimin'in fasulye sevmediği doğruydu. Annesi bunu biliyordu ama babası bilmiyordu. Bu sadece pek bilinmeyen rastgele bir şeydi. O yüzden Yoongi nasıl oluyor da bunu bilebiliyordu?
Jimin'in bakışları, büyüğünü düşünceli gözleriyle izlerken, mezelerle dolu tabağı ile masaya dönüşünü takip etti.
"Hadi. Ye," dedi Yoongi Jimin'e, oturduktan sonra.
"Hyung... Fasulye sevmediğimi nasıl biliyorsun?" diye sordu Jimin. Merakı artık bekleyemiyordu.
"Ben... Ben bilmiyorum." Yoongi kekeledi, sonunda bir hatası yakalanmıştı.
"Ama şimdi, sen dedin k-"
"Fasulyeyi sevmediğimi söyledim. Bu yüzden çıkarmadım." Hızlı bir şekilde örtbas etti. Lütfen, bırak gitsin işte.
"Ah," dedi Jimin, çok şaşırmıştı. O zaman yanlış mı duymuştu? Pekala... Böylesi daha mantıklıydı. Yoongi'nin, onun yeme alışkanlığını bilmesinin bir nedeni olmamalıydı. O yüzden yanlış duydu... Öyle duymuş olmalıydı...
Akşam yemeğini ışık hızında silip süpüren Jimin, şimdi lavabonun önünde ona sunulan yemeklerin tabaklarını ovalıyordu.
Yoongi bir süre önce çalışma odasına çekilmişti ve şimdi de elinde telefonla odadan çıkıyordu.
"Bana iletişim bilgilerini ver. Sanırım ihtiyacım olacak," diye kayıtsızca konuştu.
"Ah tabii." Jimin ise kolay bir şekilde kabul etti.
Yoongi sessiz kalarak, Jimin ezberden numarasını okurken telefonunun ekranına hafifçe parmaklarını vurdu.
"Sana numaramı kaydetmen için mesaj gönderdim," dedi Yoongi, telefonunu kapattıktan sonra.
Cihazının arka cebinde titrediğini hissederken Jimin, karşılığında kafasını salladı.
Yoongi merdivenlere doğru yürümeye başlamıştı ama bir anlık tereddütten sonra durdu.
"Bir şeye ihtiyacın olursa beni ara," dedi, sesi kulağa rahatsız geliyordu. "Bilirsin, tehlikedeysen ya da... Eğer bir sapık seni takip ediyorsa... Pekala bilirsin işte. Sadece. Ara." Konuşmasını beceriksiz bir şekilde sonlandırdı.
"A-arayacağım." Jimin, büyüğünün durumu her ne kadar oldukça kafa karıştırıcı olsa dahi temin etti.
"Güzel. O zaman... Bu kadar. İyi geceler." Yoongi, aceleyle merdivenlere gitmeden önce kendini reddetti.
Kalbi, ritminin dışında atıyordu ve nefes darlığı çekiyordu. Jimin ile geçirdiği uzun yıllar, onu duyarsızlaştırmadı ve daha önceden genç olan ile çok fazla konuşmasına rağmen, bedeni hala ilk seferiymiş gibi tepki veriyordu.
Her zaman yorgun olduğu yaygın bir bilgiydi. Ama Jimin'e geldiğinde... Yoongi, Jimin'den asla yorulmazdı. Koskoca altı asırdan sonra bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fated. ✓
Short Story"bir daha asla." dedi yoongi kendi kendine, jimin'in küllerini okyanusa dökerken. "bu sonuncu olacak." © atlantis_princess 2017 yoonmin fanfic'i.