Yoongi kötü bir baş ağrısına uyandı, zihni sersem gibiydi ve başı dönüyordu. Kendini yataktan dışarı atarken, bir yanı buraya nasıl geldiğini merak ediyordu ama umursamak için çok sersem hissediyordu.Uzun bir duştan sonra, banyodan çıktı, hala çok kötü durumdaydı ama öncekine haline kıyasla daha iyi hissediyordu.
Koridorda yürürken, Jimin'in yatak odasının kapısına bir bakış attı, kapı tamamen kapalıydı. Ve kapıyı açmadan, içeride kimse ve hiçbir şey olmadığını biliyordu.
Küçük olan ona, bugün ayrılacağını söylemişti ve saat öğleni geçmişti, çoktan gitmiş olmalıydı.
Nemli saçlarıyla eşofman ve bol bir tişört giydikten sonra, Yoongi merdivenlerden inerken acele etmedi, hatta attığı adımları bile saydı. Ne kadar yavaş giderse gitsin, boş oturma odasının onu karşılayacağını biliyordu. Yine de, ağırdan almaya çalıştı.
Jimin onu rahatsız hissettirmesine rağmen, varlığı bir şekilde sıcak ve güven vericiydi, üstelik boş evi de dolduruyordu. Henüz bir gün bile olmamıştı ama şimdiden Jimin'in olmamasından dolayı acı çekiyordu. Hayatının geri kalanında bu boşlukla baş etmek zorunda kalacağı için, bu his ona hiç de yardımcı olmuyordu. Tüm sonsuzluk boyunca baş etmek zorunda kalacağı için...
Ağır bir iç çekişle, mutfağa girmek için son adımını attığında Yoongi bir an delirdiğini sandı çünkü Jimin'in sandalyede oturup çay içmesinin hiçbir imkanı yoktu. Bu onun çılgın halüninasyonlarından birisi olmalıydı, kesinlikle öyle olmalıydı.
"Hyung, uyanmışsın," dedi Jimin. Ve Yoongi zıpladı çünkü bekle, halüsinasyonu az önce konuşmuş muydu?
"Gerçek misin?" diye sordu Yoongi, şaşkına dönmüştü.
"Ne?" diye tamamen kafa karışıklılığı ile karşılık verdi Jimin.
"Bekle, şimdiye kadar gitmiş olman gerekmiyor muydu? Neden hala buradasın?"
"Benim... Benim bazı cevaplara ihtiyacım var. Ve onları alana kadar gitmeyeceğim," dedi Jimin kupasını masaya koyarken, kararlı bir şekilde.
"Ne demek istediğini anlamadım. Sana haftanın sonuna kadar gitmeni söylemiştim, gitmen gerekiyor!" Yoongi sesini yükseltti. Jimin'in gideceği yüzünden acı duymasına rağmen, en azından bunun için kendini hazırlamıştı. Ama Jimin'in, planlanan bütün planları mahvedip orada oturmuş çay içmesi... Yoongi için kafa karıştırıcıydı. Yoongi'nin şimdi nasıl tepki vermesi gerekiyordu?
Tabureden kalkarak, Jimin titreyen Yoongi'ye doğru ilerledi. "Benden bir şeyler saklıyorsun hyung. Bilmem gerekiyor," diye baskı yaptı.
"Neden bahsettiğini bilmiyorum. Lütfen, sadece git." Yoongi neredeyse yalvarıyordu.
"Sen gerçekte kimsin hyung?" Jimin üsteledi.
"Eşyaların nerede? Üst katta mı? Git eşyalarını al." Yoongi rastgele etrafına bakmaya başladı. Jimin'in böylece dibine girmesine izin veremezdi. Hayır. İhtiyacı olan tek şey Jimin'in gitmesiydi. Şimdi gitmesiydi.
"Hyung, KONUŞ BENİMLE!" Jimin bağırdı, elleriyle, Yoongi'nin kafasını sabit tutmak için, avuç içlerinin arasına aldı. "O bendim, değil mi? Odandaki fotoğraflar..."
"Odamın içine mi girdin?" Yoongi tehlikeli bir şekilde hırladı, geçici paniği şimdi çoğalan bir rahatsızlık hissine dönüşmüştü.
"Sadece cevap ver. O bendim, değil mi?"
Yoongi tek bir ses bile çıkarmadı.
"Beni tanıyorsun, değil mi?? Hyung, lütfen, beni tanıyorsun değil mi? BENİ TANIYORSUN."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fated. ✓
Short Story"bir daha asla." dedi yoongi kendi kendine, jimin'in küllerini okyanusa dökerken. "bu sonuncu olacak." © atlantis_princess 2017 yoonmin fanfic'i.