"S-sen!.."
Şaşkınlıktan, belki şüphe dolu ihtimallerden, belki... Belki de korkudan, neyden olduğuna emin olamıyorum ama sesim net çıkamamıştı.
"Ben? Ee devam etsene. Ne oldu? Dur ben söyleyeyim sana. Şaşırdın mı? Bence alışsan iyi edersin, çünkü bu sesi daha çok duyacaksın. Alış Işıl, alış! Zamanla eminim rüyaların bile olacağım. O yüzden alış sen."
Karşımdakinin sesindeki ton tavsiye vermekten ziyade, bana ürperti yükleme amacındaydı ve ne yalan söyleyeyim amacına da ulaşmıştı. Fakat bu zamana kadar hep ayakta kalabilmeyi başarmış bir karaktere sahip olarak, daha ismini bile bilmediğim, sadece sesinden ve sesindeki tondan nefret ettiğim bu kişinin karşısında güçsüz gibi görünmeye hiç mi hiç niyetim yoktu. Hâliyle duyduğum nefretin, kelimelerimi eline geçirmesine izin verdim.
"Yanlışın var, rüya değil o. Sen... Sen olsan olsan kabus olursun ancak! Duydun mu beni?! Sadece kabus, güzel hislere, duygulara yakışamazsın sen! Her ne kadar istesen de. Bu da senin acizliğin işte."
"Kabus? Vay. Bana uyar. Demek ki sende o kadar, "kabus" olarak adlandırebileceğin kadar yer almışım."
"Kusura bakma ama bu bendeki, etrafımdaki ziyaretin kısa, hatta oldukça kısa sürecek gibi."
"Hiç sanmıyorum." demesinin ardından çok ufak ama duyulabilir bir sinsilikte gülümseme, belki de kahkaha sesi çıktı ağzından.
"Ne istiyorsun?"
Bu soru gerçekten öylesine sorulmuş bir soru değildi, bu telefondakinin sahiden ne istediğini bilmeyi istiyordum.
"Aslında benim sana daha güzel bir sorum var. Sen bunu duymak ister misin?"
Karşımdaki ya çok güzel kelime oyunu yapıyor, insanların zihnini bulandırmasını iyi biliyor ya da gerçekten bildiği ve söyleyeceği bir şeyler var ki; bunu da karşısındakine hissettirmeyi başarabiliyordu.
O kadar düşünceme rağmen ben yine umursamaz maskemle yanıt vermem gerektiğini düşündüm ve de hissettim."Ne saçmalıyorsun ya?"
Cümlemden sonra devirdiğim, hatta beraberinde kaydırdığım gözlerimi görmesini çok isterdim. Ama...
"Saçmalamak?"
Sesindeki ifade dalga geçmekten çok soru sorar gibiydi.
"Evet, saçmalamak. Sana yabancı gelmemiş olması gerek aslında?"
Bu sefer benim sesimdeki ifade dalgadan çok soru sorarcasınaydı. Ki verdiği cevaptan da bu tonu hissettirebildiğimi anladım.
"Yanıtlamak zorunda mıyım?"
Bu sefer tamamen dalga geçmek için sorulan bir soruydu bu. Tamamen!
"Burada kuralları ben koymak isterdim ama ne sen bir oyuncusun, ne de ben bir hakem. O yüzden gereksizce konuşmayı kes de asıl soruma cevap ver!"
"Hatırlatırım ama benim sana sorduğum daha 'asıl' bir soru vardı? Duymak dedim, istiyor musun?"
Cevap vermemi engelleyen şey tıklanmakta olan kapımdı.
"Kim o?"
"Işıl benim Minel. Gelebilir miyim?"
Ablam nadir anların dışında iznim olmazsa odaya girmezdi. Nadir anlardan da kastım öyle özel durumlar falan değil de, daha çok dalgınlık, unutkanlık...
Ablamın lafından sonra telefonu hemen karşımdakinin suratına kapattım. Yapabileceğim en iyi şey şu anlık buydu."Gel gel."
Ablam odaya girince vücudumu yatağıma boylu boyunca uzanmış sanıyordum ama atladığım bir şey vardı: zaten gelen telefonla iyice gerilmiş ve yatağın sadece köşesinde oturur hâle gelmiştim. Fakat yine de yastığımı dikleştirip, 'toparlanmış' denilebilecek kadar sırtımı yastığa yasladım ve gelişigüzel pozisyonda oturdum. Daha sonra da ablam karşıma gelip oturdu. Yüzündeki ifade 'iyi polis' karakteri edasındaydı sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umudun Son Kırıntıları #ilmelistan
Teen FictionAcılarından daha kurtulamamış , sevdiği kişiyi unutamamış ama yine de pamuk şekerlerden ve gülmekten vazgeçmeyen Işıl Karahan ; babasının ve annesinin yaptıkları veya katlandıkları olay yüzünden hayatını değistirmeye karar verir. Işıl'ın hayatı o lu...