Sesler; çığlıklar, feryatlar, ambulans sireni...
Hepsi aynı anda kulağıma ulaşıp, bana işkence ediyorlardı. Öyle bir andı ki şu an; sessizlik de yaktı insanın canını, çığlıklar da. Etrafım gürültü mayını, ben daha konuşmayı bilmeyen bir bebek sanki.Gözyaşlarımı hissettim o an. Tadı ağzıma geldi. Tuzlu bir tat...
Gözlerimi Kayra'ya çevirdim durumu ağır gibiydi. Sonra yanına birkaç ambulans çalışanı geldi. Alıp götürdüler onu. Sonra... Sonra başı dizlerimde olan babamı almak istediler benden. Veremedim. Belki nefret ediyordum ama veremedim. Ben onun kanındandım, yapamadım.
"Hanımefendi, durumu oldukça ağır. Lütfen daha fazla zorluk çıkarmayın. Ambulansa almamız lazım." dendi bana. Konuşamadım. Tutuldu dilim, kasıldı bedenim, uyuştu zihnim...
"Bakın sizde iyi görünmüyorsunuz. Size de sakinleştirici uygulamamız gerek."
Aldılar babamı kucağımdan, bindirdiler bir ambulansa, kapandı kapılar. Oraya binmek istedim izin vermediler. Kayra'nın bulunduğu ambulansa aldılar beni.
"Durumu nasıl?"
"Stabil."
Bana göre ağırdı durumu, onlara göre stabil. Ben Kayra'm ağlasa, kahrolurdum. Şimdi... Şimdi durumu herkes için stabil? Buna inandıramazlardı beni.
"Kolunuzu açabilir misiniz?"
Yanımda duran hemşirenin sesiyle irkildim.
"Neden? B-ben iyiyim. Siz onunla-onunla ilgilenin. İ-iyiyim ben."
"Hanımefendi serum bağlamamız lazım. Sakinleşmeniz amaçlı."
Benim güçsüzlüğüme karşın hemşire kendisi açtı kolumu, serumu bağladı.
Ne kadar süredir sallantı içerisinde, sirenler eşliğinde hareket ediyordum bilmiyorum ama bir ara durdu ambulans. Kapılar açıldı hızlıca. Kayra "yavaş" "durumu stabil ama yine tetikte olmak lazım" çınlamaları arasında indirildi arabadan, hastaneye doğru alındı benden. Sonra beni indirdiler, bir odaya getirip, yatırdılar. Uyumamı, dinlenmemi istediler benden. O an evet uyumak istedim ama sonsuzluğa uyumak istedim. Hiç uyanmamak, hiç yorulmamak... Sonra annem düştü zihnime. Telefonumu çıkardım cebimden, hemşireler gidince. 19 cevapsız arama yazısı. Haberlerde mi geçmişti yoksa? Televizyonu açmam lazımdı. Ayaklandım ama o sıra hemşirenin biri geldi, engel oldu bana. "Kalkmayın, televizyonu açmanız şu an sağlınız için riskli." dedi.
Risk mi? Neydi bu cümle?
Kendimi daha fazla tutamayıp yere yığıldım, gözlerim kapandı, bilincim yarı yarıya açıktı sadece.Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kendimi hastane yatağında buldum. Annem de başımdaydı. Elleri ellerimi bulmuştu. Kafası gömülüydü. Ayıldım, tıslamalar içerisinde. Annem kafasını kaldırdı.
"Yavrum!"
Ağlamaklıydı sesi. Bu duruma zaten hangi anne, anneyi geçtim hangi vicdan sahibi insan dayanabilirdi ki?
"Ba-babam?"
O kadar nefret ediyor oluşuma rağmen, baygınlık sürecinden çıktığımda söylediğim ilk kelime dolan gözümü rahat bırakmasına yetti.
"Tedavi altında hâlâ."
Acaba annemin bahsettiği o tedavi işe yarayacak mıydı. Emin değildim. Çünkü inanması benim açımdan da çok güç ama orada öyle çaresizce gözlerini kapatan kişiydi o. Durumu... Durumu gerçekten çok kötüydü.
Odaya bir doktor geldi.
Annemi aldı gitti.
Çok şükür ki annem giderken kapıyı tam kapamayı unutmuştu. Konuşulanları rahatlıkla duyabileecektim.
Babamın ismini söyledi doktor. Yakınısınız değil mi diye sordu anneme. Annem onayladı.
Doktorun ifadesi değişti, yüzü soldu."Açık konuşacağım. Geldiğinde durumu zaten felakatti, nabzı giderek düşmüştü, kalp atışları düzensizdi. Yine denemek istedik. Belki bir umut, belki bir mucize dedik ama... Başınız saolsun..."
Sonra her şey bir anda gelişti, ortalık bir anda karıştı.
Annemin yere yığılışı.
Benim onun yanına gitmek için ayaklanmam.
Hemşirenin gelip beni tutması.
Annemi zar zor kaldırıp, bir odaya yatırıp uyutmaları.
Benim hiç kimseyi yanımda istemeyişim, sinir krizlerim.
Hemşirelerin iğne vurmaya çalışması.
Her şey anlıktı...Yıkıldım, doktorun o cümleleriyle kahroldum. Belki nefret ettim babamdan, hatta belki falan değil.
Evet, nefret ettim ondan. Çıksın istedim hayatımdan. Ama bu... Bu ölümle olmamalıydı.Saati, zamanı, mekanı... Her şeyi ama her şeyi değiştirmek istedim.
Çocukluğuma dönmek istedim. Saf, temiz, her şeyden habersiz o anıma dönmek istedim. Zaten şarkıda da dendiği gibi "Sanki dokunulmazdı, küçükken ağlamak."
Evet, öyleydi. Küçükken ağladığımız şeyler o kadar masumdu ki dokunulmazlığı vardı. Fakat şimdi...Nefret ettiğim o adam gölge gibiydi. Bazı zamanlar senin koruyucun, serinleticin. Bazı zamanlar ise ürperticin. Ve ben o gölgede büyümüştüm, şimdi ise gölgemi kaybetmiştim. Gölgeler de yalnız bırakmıştı beni.
Kayra'nın herkese göre stabil, bana göre çok ağır durumu, annemin fenalaşması, diğer yaralılar, toplanan kurşunlar. Ve... Ve nefret ettiğim babamın ölümü. Şu an sessizlik ile bir şehir yıkıldı, ben o şehrin altında kaldım...
BÖLÜM SONU
Yıldız yağdırmayı ve yorum yapmayı unutmayın.
Desteklerinizi bekliyor olacağız.
Sizleri seviyoruz. ❤Bu satıra hikayemizi beğeneceğini düşündüğünüz kankalarınızı etiketleyin.
VE UMUDUN SON KIRINTILARI SIRRIMIZ
(Bu satıra bizim için önemli olan 🍭 emojisini koyalım.)-İclal&Sena
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umudun Son Kırıntıları #ilmelistan
Ficção AdolescenteAcılarından daha kurtulamamış , sevdiği kişiyi unutamamış ama yine de pamuk şekerlerden ve gülmekten vazgeçmeyen Işıl Karahan ; babasının ve annesinin yaptıkları veya katlandıkları olay yüzünden hayatını değistirmeye karar verir. Işıl'ın hayatı o lu...