Fırtına

73 6 9
                                    

Bölüm Üç

Fırtına

Kuliste sıradan bir gündü. Herkes, haftalar öncesinden kendilerine verilen metinleri incelemiş ve hangi roller için seçmelere katılacaklarına karar vermişti. Oyuncular mutlaka biri yedek olmak üzere iki rol için çalışır ama genellikle birbirlerinin çalışma durumlarını ve performanslarını bildikleri için aralarında anlaşırlardı. Son söz ise daima Özdemir hocanındı. O da herkesin performansını bildiği için genel eğilime uyum sağlar nadiren de olsa değişikliklere giderdi. Bazen aklındaki rol için uygun bulduğu bir oyuncu varsa seçme yapmaya da gerek duymazdı. Herkes ona saygı duyar ve onun oyunlarında yer almayı bir ayrıcalık kabul ederdi. Tiyatroyla ilgilenen birinin kariyeri için Özdemir hocayla çalışmak gelinebilecek en iyi noktaydı. Bu yüzden yapılan bütün değişikler itirazsız kabul edilirdi. Çalışma hayatındaki disipliniyle her sezonun en çok izlenen oyunlarını o yönetiyordu. Aldığı köklü eğitim ve bu camiada geçirdiği uzun yıllar onu bir otorite hâline getirmişti. Oyunun metninden dekoruna her şey onun isteğine göre şekillenirdi.

***

Şebnem kendinden emin şekilde aynaya baktı. Ateş kırmızısı saçlarını toparlıyor diğer taraftan kulisteki arkadaşlarının konuşmalarını dinliyordu. Hepsi tekrarlarını yapıyor, yeni sezondan ve gündelik işlerden bahsediyorlardı. Şebnem, başrolü alacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden ikinci bir rol için sadece birkaç okuma yapmıştı. Daha iyisi çalışma arkadaşları da onun başrol olacağını çok iyi biliyor ve onun yoluna çıkmamaya özen gösteriyorlardı. Güvenle aynadaki yansımasını süzdü ve perçeminin kusursuzluğuna baktı. Tamamen karakterine bürünmüştü. Pastel yeşil, karpuz kollu elbisesiyle gerçekten 50'li yıllardan çıkmış gibiydi. Metni aldığı ilk günden beri bütün repliklerine çalışıyor, rolünü prova ediyordu. Ezberi eksiksizdi. İçinden sözlerini tekrar ederken kapı hızla açıldı ve Özdemir hocanın geldiği haberi bütün kulise yayıldı. Herkes telaşla metinlerini de alıp sahneye doğru ilerlemeye başladı. Şebnem son kez kendini süzdükten sonra "Bu iş çoktan bitti bile." dedi ve gülümsedi. Sonrasında koşar adım sahneye ilerledi.

***

Şebnem'in gözünden...

Özdemir hoca neşeli görünüyordu. Tatilin verdiği bronzluk yüzüne ayrı bir sevimlilik katmıştı. Kısa bir açılış konuşması yaptıktan sonra yeni dönemimize dair güzel dileklerde bulundu; geçen sezondaki eksiklerimizin altını çizdi ve bizlerin bir isteği olup olmadığını sordu. Neler konuşulduğuna doğru dürüst dikkat edemiyordum. Heyecandan sersemlemiş gibiydim. Geçmiş yıllarda performansımla yerimi sağlamlaştırmış olsam da her zaman "en iyi" olmak istiyordum. Dikkatimi Özdemir hocanın çevresini sarmış olan kalabalığa vermeye çalıştım. Heyecanıma yenik düşmemem gerekiyordu. Bu performansımı etkileyebilirdi. Ben onların arasına karışırken Özdemir hoca tatilin ne kadar çabuk geçtiğine dair bir şeyler söylüyordu. O sırada Özdemir hocanın arkasında Cem'i gördüm. Deri ceketi, itinayla jölelenmiş saçları, eskitilmiş kotu ve gözünün altına çizilmiş bir damla gözyaşıyla mükemmel görünüyordu. Ona hafifçe gülümsedim. O da bana bakışıyla minik bir selam verdi ve Özdemir hocayla konuşmaya başladı. Özdemir hoca Cem'i görünce neşeli bir kahkaha patlattı ve "Hoş geldin!" diyerek sırtını sıvazladı. Cem onun için bir oğuldan farksızdı. Onu yetiştiriyordu ve herkes bunu biliyordu. Aralarında erkeklere özgü garip bir iletişim vardı. Kendimi hayranlıkla onları izlerken buldum ve hislerimin yüzümden okunmaması için kendimi toparlamaya çalıştım. Tam bu sırada Özdemir hoca "Bu kadar gevezelik yeter. Çalışmak lazım çok çalışmak!" diye bağırdı. Bu onun sloganıydı: Çalışmak, daima çalışmak! Artık başlayacağımızı anlamıştık. Eline aldığı listesiyle koltuğuna yürüdü. Boynuna bir iple bağladığı yuvarlak çerçeveli gözlüğünü taktı ve alnını kırıştırarak elindeki kâğıdı incelemeye başladı. Kimlerin hangi rol için aday olduğuna bakıyordu. Küçük rollerden başlayarak herkes istediği rol için performansını sergilemesine karar verdi ve teknik ekibe başlayabiliriz işaretini verdi. Neredeyse bir saat dolduğunda küçük roller şekillenmiş gibiydi. Özdemir hoca bazı müdahalelerde bulunarak küçük notlar alıyor ve önerilerde bulunuyordu. Ara ara başını kaldırıp kapı yönüne bakması dikkatimi çekti. Kimse aldırış etmediyse de birisini beklediğini anladım. Herkes buradaydı. Kimi beklediğini merak ettim. Sonra bu merakımı bir kenara bıraktım ve son kez metnimi okumaya başladım. Artık rolüme girmeliydim. Her zamanki gibi başrol oyuncularının seçimi en sona bırakılmıştı 1950'lerde geçen bir lise müzikalini, Cry-Baby'yi sahneleyecektik. Bunu öğrendiğimde ilk iş olarak 90'lardaki Johnny Deep'li filmi ve Broadway'de sahnelenen müzikali izlemiştim. Kendimi Allison karakteri için tamamıyla hazır hissediyordum. Onun karakterini gerçekten tanımıştım. Seçkin bir aileye mensup, disiplinli ve gelenekçi bir büyükanne tarafından yetiştirilmiş bir genç kızdı. Sosyetenin önde gelenlerinden oldukları için her yönüyle kusursuz ve uysal olmaya çabalıyordu. Hatta bu yüzden kendisine uygun bulunan bir gençle evlenecekti. Ne var ki her şey okulun ünlü serserisi Cry-Baby'i görmesiyle değişti! Genç kızın gerçek aşkı bir serseride bulması... Böylece Allison zengin ve uysal kız kimliğinden yavaş yavaş sıyrılacak ve masumiyeti yerini isyana bırakacaktı. "Harika olacak!" dedim kendi kendime. Üstelik ben Allison olacaktım ve Cem Cry-Baby olacaktı. Bunun için seçmelere gerek bile olmadığını biliyordum. Sonuç belliydi. Kendimi Cem ile hayal etmek beni daha çok neşelendirdi. Sonunda istediğim yakınlığın doğması için gereken her şey elimdeydi. Onu ilk gördüğüm andan beri seviyordum. Bunu kendime itiraf etmem biraz zaman almıştı ama artık biliyordum. Birlikte olmalıydık ve istediğimi elde edene kadar vazgeçmeye niyetim de yoktu. Nihayet beklediğim çağrı Özdemir hocadan geldi. "Allison için bekleyenler?" diye sordu gözlüklerinin üstünden salonu tarayarak. Güvenle elimi kaldırdım ve benden başka el kaldıran olup olmadığına baktım. Hâlâ rol kabulü almamış birkaç kişi ve açıkta birkaç rol vardı. Benimle rekabet etmek isteyemeyeceklerini biliyordum. Kimsenin el kaldırmadığını gördüğümde çoktan kazandığımı anladım. Özdemir hoca "Şebnem seni sahneye alalım." dedi. Gözlerinde garip bir arayış vardı. Huzursuzlukla kapıya baktı ve sonunda bana döndü. Bense yavaş ve güvenli adımlarla sahneye yürüyordum. Kimseye bakmıyor ama herkesin bana kıskançlıkla baktığını biliyor ve bundan büyük bir haz alıyordum. İçimden Cem'in de beni izliyor olmasını diledim ve kendime utangaç bir genç kız rolüne bürünmeyi hatırlatarak ilerledim. Teknik ekibe ışıkları karartmaları için bir işaret yaptım. Yalnızca sahnenin aydınlık olmasını istiyordum. Yavaşça yerime geçiyor ve eteklerimi düzeltiyordum. Tam bu sırada dış kapının gürültüyle açıldığını duydum. İstemsizce arkamı dönüp kimin geldiğine baktım. Herkesin bakışları da kapıya çevrilmişti. Ben eşsiz haz anımı bozan kişinin kim olduğunu görmeye çalışırken kapıdaki kişi de hızlı adımlarla yaklaşıyordu. Gelen kişi yaklaştıkça sahneden yansıyan ışıkla yüzü aydınlanıyordu. Sonunda gölgesi bir kimlik kazandığında hepimiz sessiz kaldık. Sarı saçları ve zayıf yapısıyla daha önce hiç görmediğim bu kız kimdi? Kırmızı simli elbisesi ten rengini daha da beyaz gösteriyordu. Sanki hem elbisesi hem de teni parlıyordu. Birdenbire kızın ne kadar Allison'a benzediğini fark ettim. Giyimi, saçları ve kıyafeti... Bütün vücudumu korkunç bir huzursuzluk kapladı. Stresten yanaklarımın yanmaya başladığını hissediyordum. Herkes onu incelerken o, telaşlı bir sesle Özdemir hocaya döndü:

Venüs RüyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin