||3|| The Moon gives up the sun.

643 52 35
                                    

Bazen aynaya bakardım ve karşımda bana bakan kimse olmazdı. Bir yansımam olduğunu biliyordum, sadece görmüyordum. Belki hepsi uydurmamdır, belki de gözlerim kötüydü ya da başka bir şey. Hiç bir şey yapasım olmuyordu. Unutayım diyordum bazen, bana yapılan her şeyi ve doğru yeri geliyor öfke kusuyordum.

"Neden huzurlu olamıyorum" diyordum kendime, "hayatta her şey hayal kırıklığı olabilir mi?" Ağzıma ne gelirse söylemeyi denemedim, cesaret edemedim. Mesela tam arkama bakmadan giderken dönüp sarılamadım, seni çok seviyorum, sensiz harap olurum diyemedim.

Ben diyemedim.

Çok demek istedim de olmadı....

Sadece gittim, cevap vermesini beklemeden gittim.

Açıklama yapmasına izin vermeli miydim? Ondan ben gitmiştim, neden giden oymuş gibiydi peki?

Bugün günlerden salı, havanın yağmurlu olduğu gündü. Yağmur hüznümü, duygusallaşmamı arttıran etmendi, tabi regl oluşumu saymazsak.

Coco kucağımda kapalı televizyonun siyah ekranına o kadar odaklanmıştım ki gözlerimin acımaya başladığını hissettiğimde yaşlarda beraberinde gelmişti. Duygusal olmaktan nefret ediyordum, bu benim en zayıf noktamdı. İnsanlara sert bir imaj vermiş olsamda -ki genellikle dışarıya karşı serttim, kendi içimde de bir o kadar duygu yoğunluğu yaşayan bir insandım. En ağırıda buydu işte, insanlara bir şeyler anlatamamak ifade edememekti. Düşünüyorum da, mutluyken bunu yansıttığım sadece Mark ve Arin'di. Mutluluğumu paylaştığım sadece iki insandı ve ben bundan gocunmuyordum. Hüznümü yalnız yaşıyor olmam neden bu denli canımı yakıyor bilmiyorum, belki de fazla bencildim. Mutluyken sadece ben olarak düşündüğüm için, hüzün anımda kimsem yoktu.

Coco kucağımdan kalkıp yatağına ilerlerken telefonumun kilit ekranını açıp Arin'in numarasını tuşladım ve kulağımla başım arasına sıkıştırdım, açmasını beklerken eşofman ipimle oynuyordum.

"Bebeğim?"

Arin'in sesini duyduğumda telefonu elime aldım ve oturduğum koltuktan kalkıp mutfağa doğru ilerledim.

"Naber?"

"Ben iyiyim, ya sen?"

İyi miydim?

"Hmhm."

Ağzıma tezgahta can sıkıntısından yaptığım kurabiyelerimden bir tane atıp odama yöneldim.

"Dışarı çıkalım mı?"

Bir yandan kurabiyemi yerken bir yandan da dolaptan kıyafet bakıyordum. "Olur, bir saatte sizdeyim."

"Tamam." diye cevaplayıp telefonu kapattıktan sonra siyah kot eteğim ve omuzları düşük siyah kazağımı dolabımdan çıkardım. Hızlı bir şekilde üstümü giydikten sonra saçlarımı yukardan at kuyruğu yaptım ve bir kaç tutamı serbest bıraktım. Kahverengi kabanımı da giyip aynı renkte ki botlarımıda ayağıma geçirdim. Çapraz asmalı siyah çantama telefonum ve cüzdanımı koyduktan sonra tekrar salona gidip Coco'yu kontrol ettim, uyuyordu.

Telefonum çaldığında Arin olduğunu anlayıp evden çıktım. Kapının önünde ki duvara yaslanmış, siyah kadife etteği ve krem rengi kazağının üstünde ki siyah kabanın ceplerine ellerini yerleştiren Arin topuklu botlarıyla yerde ritim tutuyordu. Beni fark ettiğinde doğrulup elini kaldırdı.

"Selam."

Yanıma geldi ve yanaklarımı seslice öpüp geri çekildiğinde bu hareketine yüzümü buruşturmuştum. Arin aşırı sevecendi ve benim böyle şeylerden hoşlanmadığımı bildiği halde yapmaktan asla vazgeçmiyordu.

walls woven into people••JenoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin