18||Blieve me||

541 41 28
                                    

Jeno'nun anlatımından...

İlk kez yeni bir güne bu kadar rahat uyandığımı hissetmiştim. Kollarımın arasında ki küçük bedeni bu kadar yakından izlemek gerçekten güzel hissettirmişti bana. Ona ne ara bu kadar bağlandım,  ne ara bu denli yanımda olmasını istedim bilmiyordum. Tek bildiğim şu dakikadan sonra kullandığım uyuşturucunun etkisinin Hyeri'in kokusunun yanında ki basit kalışıydı. Yataktan usulca kalkıp çıkardığım tişörtümü giyindim ve mutfağa geçmek için odadan usulca çıktım. Kahvaltı hazırlayacaktım, en azından onunda benim gibi güne güzel başlamasını istiyordum.

O farklıydı, kırılmıştı, kırılmıştık. En iyi ben anlardım onu, o da beni. Biliyordum, onu sevmek istediğimi biliyordum.

Usulca katıla su koyup kaynamasını beklerken krep malzemelerini hazırladım ve pişirmek için ocağı ayarladım. Katılın sesiyle dönüp bardak çıkaracaktım ki kapının pervazına yaslanmış, ellerini göğsünde birleştirmiş Hyeri, büyük ihtimal dolabımdan aldığı uzun siyah tişörtümle bana bakıyordu. 

"Günaydın."dedim elimi enseme koyup saç köklerimi karıştırırken. Yüzüne sevimli bir gülümseme takınıp bana doğru yürümeye başladı.

"Günaydın."

Adımlarını masaya yöneltti ve sandalyeye oturup dizlerini masaya yasladı. Dönüp bardak çıkardım ve raftan kahve alıp bardaklara koyduktan sonra suyu ekledim. Pişen krepleri de dolaptan aldığım reçelle birlikte tabağa koyup Hyeri'ye döndüğümde hala gülümsüyordu.

"Bu anı kaydetmeliydim, bunu yapmadığım için pişman olacağım."

"Evet bencede, okulda havalı gözüken bir oğlandan sana reçelli krep yapması seni şaşırttı." elimdekileri masaya koydum ve bende tam karşısına oturdum. Bacaklarını indirdi ve bıçağıyla krepini kesmeye başladı.

"Aslında öyle değil, sıradan bir bankta tanıdığım bir adamın evinde ikinci kez uyandım," kahvesinden bir yudum aldı ve başını kaldırıp gözlerimizi buluşturdu. Onun aksine ben tabağıma dokunmamıştım.

"İlki pek hoş olmasa da ikincisi mükemmel oldu." Duraklarım kıvrılırken kahvemden bir yudum aldım ve krepi bıçakla küçük dilimlere ayırdım. Tuhaftı, ilk kez evde kahvaltı yapma gereksinimi duymuştum. Evde kahvaltı yapmazdım sadece bir kahveyle evde ki öğünümü tamamlar, genelde dışarıda yerdim.

Ortamda ki çatal bıçak seslerini bozan Hyeri olmuştu.

"Ne zamandır kullanıyorsun?" Elimde ki çatalı tabağımın yanına bırakıp bana bakan gözlere döndüm. Yüzünde gülümseme yoktu, endişe ve korku vardı.

"Uzun zamandır." Kısaca cevaplayıp kahveme uzandım ve büyük bir yudum alıp geriye yaslandım. Sormak  istediği her şeye hazırdım. Bu onun en doğal hakkıydı.

"Pekala, neden başladın peki? Ne dozda alıyorsun?" derken kahvesini eline alıp oda geriye yaşlanmıştı.

"Değişiyor, eğer unutmak istiyorsam fazla alıyorum."

"Bırakmayı denedin mi?"

Kafamı onaylar şekilde salladım."Ölüme beş kala uyandım."

Kahvesinden bir yudum daha aldı ve masaya bardağını bırakırken gözlerini üstümden çekmiyordu.

"Jeno ben," dilini dudaklarında gezdirdi ve "sormalı mıyım bilmiyorum ama, dün gece almış mıydın?" diye sorarken  göz bebekleri titriyordu.

"Senin çevrendeyken kafam yerinde endişelenme, sana karşı yaptığım her şeyi her ayrıntısına kadar hatırlıyorum." Gözleri, bakışları yumuşamıştı. Evet onu öptüğümde, onunla uyuduğumda kullanmamıştım. Kahvesini bitirdi ve son krepini reçele batırıp ağzına attı.

"Benim kalkmam gerekiyor, saat birde dersim var ve Arin büyük ihtimal beni gebertecek."

Gülüp başımı aşağı yukarı salladım. Bu kadarla yetiniyordu, soru sormaktan korkmuyordu ama dozunu biliyordu.

Beraber ayaklanıp odama geçtik ve Hyeri hızlı bir şekilde pijamalarını giyip montunu üstüne geçirirken ben, montumu koltuktan alıp giydim ve portmantodan arabanın anahtarını alıp ayakkabılarımı da giydikten sonra Hyeri de işlerini bitirmişti. Beraber evden çıktık ve garaja doğru giderken Hyeri tuhaf tuhaf hareketler yapıyordu.

"Neyin var? Bir şey mi dokundu?" Kıvranıyordu ve bu görüntüsü komikti.

"Ah cidden, ilk sabahımızın böyle olmasını istemezdim." Kıyafetlerini gösterip dudaklarını büzdü.

Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda gözlerini kocaman açıp bana bakıyordu. Saçlarını karıştırdım ve şöför koltuğuna yerleştim. Arabaya binip kapıyı kapattığında kollarını göğsünde birleştirdi ve camdan dışarıya bakmaya başladı.

"Seni kıyıya vurmuş deniz anası gibiyken de gördüm Hyeri~Ah." Oda benim gibi güldü ve kafasını bana çevirip" Ah berbat bir başlangıç." dedi. Uzanıp dudaklarına kapattım dudaklarımı. Geri çekilmedi, ellerini enseme gezdirip dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve geri çekilirken yüzünde gülümsemesi duruyordu.

"Bu haksızlık tanrım." dedim önüme dönüp, kontaktaki anahtarı çevirdim ve arabayı park ettiğim yerden çıkarıp cadde de ilerlemeye başladım. Kıkırdadı ve çalan müziğin sesini arttırıp eşlik etmeye başladı.

İnanmak gerekiyordu bazen, bir şeylerin düzeleceğine, en azından başarmak için inanmak gerekiyordu. Tabii ki yetmiyordu sadece inanmak  ama kimse somut oynamayı sevmezdi, bu yüzden soyut kalıplarla başlardı. İnanmak da öyle, onun beni bırakmayacağına inanmak istiyordum. Onu her saniye yanımda istiyordum, onu öpmek, onunla uyumak, kahvaltı yapmak. 

Onunla gülümsemek istiyordum, beni bırakmasından korkuyordum. Onu benden alacak, beni ondan koparacak tek şeye tahammülüm yokken, bağımlılık batağındaydım.

Ve tanrı beni ikinci kez sınıyordu. İlkkinde ölmesemde, tanrının bana ikinci şansı vermeyeceğini biliyordum.

Vermeyecekti.

150219
☆_blueseesaw☆

Hayatımın her bölümü gerçekten film gibi, şu üç haftada iğrenç, güzel, etkili, sıradan şeyler yaşadım ve buraya adapte olamadım özür dilerim çikolatalarım.

walls woven into people••JenoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin