Kara bir his kalbimde salıncak kurmuştu. Bir ileri bir geri sallanırken sert tekmelerini kalbime indiriyor, kalbimin acıyla bükülmesine sebebiyet oluyordu. Acıyı hisseden bedenim bir süre sonra hissizleşmeye başladı. Sinirlerimden bedenime yayılan acıyı artık hissedemiyordum. Ama kalbime inen tekmeler hala devam ediyor, bir saatli bomba gibi kalbimi zonklatıyordu.
Kalbime inen bir başka sancılı tekmeyle gözlerimi açtım ve yeni sabaha buruk bir merhaba dedim. İsteksiz bir şekilde yataktan kalkıp hastaneye gitmek için hazırlanmaya başladım. Sanki ruhum koca bir yükün altında kalmış gibi sancıyor, omuzlarıma koca bir yük gibi biniyordu.
Hazırlandıktan sonra kahvaltı yapmadan evden çıkıp hastaneye geldim. Zaman kaybetmeden mesai saatim başlamamış olmasına rağmen hastalarımı muayene etmeye başladım. Kafam saçma sapan düşüncelerle o kadar doluydu ki bu doluluğu ancak insanlarla ilgilenerek azaltabilirdim. Kapım bir kaç kez tıklatıldıktan sonra içeriye elinde daha sekiz dokuz yaşlarında küçük oğlan çocuğuyla bir kadın girdi. Kadın çocuğunu odada bulunan sedyenin üstüne çıkartıp oturttukdan sonra gözlerini bana çevirdi.
"Doktor hanım, oğlumun dünden beri ateş var. Ne yaptıysak da bir türlü geçiremedik. Boğazımda ağrıyor deyip duruyor."
Yavaşça kafamı sallayıp oturduğum deri koltuğumdan kalktım. Paketinden yırtıp çıkardığım tahta çubukla çocuğun yanına ilerlerken çocuk ürkmüş ve hastalıktan feri çekilmiş gözleriyle bana bakıyordu. Zoraki bir şekilde de olsa gülümsemeye çalışıp şefkatle çocuğa baktım. "Korkma küçük adam. Şimdi seni muayene edeceğim ve sende sonrasında iyileşeceksin." Usulca kafasını salladı.
Bir nebzede olsa küçük çocuğun korkusunu kırmayı başarabilmiştim. "Şimdi ağzını aç ve dilini çıkarıp kocaman bir a de bakalım." Çocuk dediklerimi yaptığında hızlıca boğazını kontrol ettikten sonra ateşini de ölçüp tekrar yerime geçtim. Küçük bir kağıda gerekli ilaçları yazıp kadına uzattım. "Bademcikleri şişmiş ve bu yüzden de ateş yapmış. Bir tane iğne yazdım. Kapının önündeki hemşireye söyleyin size yardımcı olacaktır." Kadın kafasını sallayıp teşekkür ettikten sonra oğluyla birlikte kapıdan çıktı.
Küçük bir çocuk olmayı ne çok isterdim şimdi. Dünyada dönen pisliklerden bir haber, kafanda kendi kurduğun toz pembe bir hayatı içinde yaşıyorsun. Her şeyi kafanda kurduğun o iyilik dünyasından bakarak görüyorsun. Dünyaya baktığın pencerenin önünde mis gibi kokan çiçekler, pencerenin önüne gerilmiş bütün kötülükleri örten bir perde...
Hastalarımı muayene etmeye kaldığım yerden devam ederken ne ara öğle arası olmuştu fark etmemiştim. Tam kantine inmek için oturduğum yerden kalkacaktımki kapım tekrardan çalındı ve içeriye Atakan girdi. Merakla suratına bakıp ne diyeceğini bekledim. "Merhaba Su, öğle yemeğine beraber çıkalım mı?"
Kendime düşünme payı bırakmadan hemen cevap verdim. "Teşekkür ederim Atakan ama benim bugün iştahım yok. O yüzden bir şey yemeyi düşünmüyorum." Güzelim gözlerinin içine bakarak yalan söylüyordum. Başka çarem var mıydı ki? Ben ona karşı anlamlandıramadığım, şu ana kadar hiç hissetmediğim duygular beslerken ve onun bir sevgilisi varken hala onunla takılmaya nasıl devam edebilirdim? Bu soru aklımdan ve mantığımdan çok kalbime yöneltilmiş ucu sivri bir soruydu. Sivri yeri kalbime batıyor, acımasızca içimi deşiyordu. Kalbimin kabul etmek istemediği gerçekler ona acıta acıta kabul ettirilmeye çalışılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH-U REVAN
Teen Fictionİnsanı en çok acıtan şey: bir zamanlar deli gibi sevdiği ve hiç aklından çıkaramadığı kişinin zamanla siliniyor olması... ‼️Eğer benim hikayem üzerinden başka biri yararlanmışşa ya da yararlanmaya devam ediyorsa bu durumdan Wattpadd yetkilileri soru...