Tekrardan restorana döndüğümde Atakan orada değildi. Restoranda ki çalışanlara onu görüp görmediklerini sorduğumda deniz kenarına doğru gittiğini söylediler. Ben de vakit kaybetmeden restoranın arkasına dolandım. Evet oradaydı. Omuzları çökmüş ve beynindeki düşüncelerle kanlı bir savaşa girmiş gibi deniz kenarındaki bankta oturuyordu. Ona doğru bir adım attım ve sonra durdum. Sanırım bunu yapamayacağım. Yanına gidemeyeceğim. Galiba henüz kendimi bile bile ateşe atmaya, o ateşte yanmaya hazır değilim. Belki de yapmak istemiyorum. Bunun ikimize ne gibi faydası olacak ki zaten?
Tam arkamı dönmüş arabama doğru adımlarken Atakan'ın sesiyle olduğum yerde kalakaldım. "Su!" sesindeki tok şefkati hissettim. O şefkat içime sızıp kalbimin kan yerine acı pompalamasına sebep oldu. "Geleceğini biliyordum. Beni öylece arkanda bırakmayacağını biliyordum."
Gözlerimi yumup kafamı havaya kaldırdım ve derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Ardından arkamı dönüp ona baktım. Arkamda bıraktığım bilinmezliklerle kapalı kutuma. Gözleri ışıl ışıl parlıyor, benden bir adım bekliyordu. Yavaş adımlarla yanına gittim. Elimi kaldırıp yanağını okşamak istiyordum ama bunu yapmadım. Yapamadım... Yan yana, yüz yüze olmamıza rağmen aramızda o kadar çok engel vardı ki bunun farkında olmak içimi delik deşik ediyordu. Tıpkı taramalı bir tüfekle delik deşik ediliyordum. "Atakan ben... Ben çok üzgünüm. Seni arkamda öylece bırakmamam gerekirdi biliyorum ama ne yapacağımı bilemedim. Özür dilerim. Ben..."
Elini kaldırarak devam etmemi engelledi. Kafasını iki yana sallayarak gözlerimin içine baktı. "Özür dilemene gerek yok." sesi kısık çıkıyordu. "Geldin ya o yeter."
Ağzım açık öylece bakakaldım. Diyecek bir şeyim yoktu. Nasıl bir dipsiz kuyunun içinde olduğum henüz belli değildi. Kalktığı banka geri oturarak yanında bir boşluk bıraktı. Ardından bana bakarak bıraktığı boşluğa eliyle hafifçe vurdu. "Gel otur."
Dediğini yaprak yanına oturdum. İkimizde suskunduk. Gözlerimiz denizin hafif dalgalarında dolaşıyordu. Aslında konuşacak çok şeyimiz vardı ama nasıl ve neresinden konuşacağımızı bilmiyorduk. Ya da bu konuları konuşmak istemiyor gibiydik. O sessizdi, ben de onun sessizliğini eşlik ediyordum.
"Atakan iyi misin?" sessizliğini bozan ilk tarak ben oldum. Bir kaç kelimede olsa konuşup kulaklarımı şenlendirmesini istiyordum. Nihayetinde isteğimi de yerine getirdi.
"Sen geldin ya nasıl iyi olmayayım ki?" Bana bakmıyor, hala denizin şefkatli dalgalarını seyrediyordu.
"Ben özür dilerim saçmalıklarım için."
"Bence bu konuyu kapatalım da senin tekrardan benim yanıma dönmene sebep olan şey ne onu söyle bakalım." Güzel bir gülümsemeyi bana bahşederek gözlerinin odağına beni aldı. Kafamı önüme eğip diyecek bir şey düşünmeye başladım. Ne diyebilirdim?
Tam düşünürken aklıma güzel bir fikrin gelmesiyle birden gülümsedim. "Ben senin söylediklerinin doğru olduğunu düşündüm. Yani senden uzak dursam bile bu hiç bir şeyi değiştirmemiş. Selin'in sorunu ne bilmiyorum ama aklıma bir fikir geldi."
Merakla gözleri ışıldadı. "Neymiş o bakalım?" Keyfi yerine gelmiş gibiydi. Az sonra tekrar bozulacak olan keyfi!
"Senden uzak durmak yerine beni Selin'le tanıştırmanı istiyorum. Belki o zaman boş yere beni kıskanmayı bırakır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH-U REVAN
Novela Juvenilİnsanı en çok acıtan şey: bir zamanlar deli gibi sevdiği ve hiç aklından çıkaramadığı kişinin zamanla siliniyor olması... ‼️Eğer benim hikayem üzerinden başka biri yararlanmışşa ya da yararlanmaya devam ediyorsa bu durumdan Wattpadd yetkilileri soru...