V

76 22 13
                                    


     Alabildiğine yeşillik bir alanın tam ortasından geçerken, ağaçlardan dökülen sarımsı yapraklara bakınıyorduk. Hira, büyük bir hayranlıkla izliyordu. Arka cebinden kalem ve kağıdını çıkardı.

"Buralara hiç gelmemiştim. Huzur veriyor."

Gülümseyerek duraksadım.

"Daha asıl bölüme gelmedik. Bak şu ilerideki ışıklı yeri görüyor musun?"

Kafasını sağa ve sola devirdi.

"Evet, şimdi gördüm. Neresi orası?"

Hiç bir şey söylemeden, kısa adımlarla devam ettim. 

Az sonra eskimiş, beyaz bir minibüsün yanında dikiliyorduk. İçeriden gelen enfes kokular, insanın iştahını kabartıyordu. Olduğu yere çivilenmiş aracın kapısına gelerek, tam yanıma Hira' yı da sürükledim.

"Kolay gelsin abi."

Her iki eline de geçirdiği beyaz eldivenler, yağdan siyahlaşmaya yüz tutmuştu. Izgarada peş peşe çevirdiği birkaç köftenin ardından, kafasını bize doğru çevirerek, top sakallarının arasından genişçe gülümsedi.

"Hoşgeldiniz çocuklar."

Gözlerimin içine tebessümle bakan Hira'ya aynı şekilde karşılık verdim.

"Bu Ercan abi. Kral köfte şirketler zincirinin kurucusu ve aynı zamanda çalışanı."

Kesik kesik kahkaha atan Ercan abi, gülümseyen suratıyla devam etti.

"Yok daha şirket olacak kadar büyüyemedik be kadam. Te hala işçiyiz."

Gitmeden önce Ercan abiyi ve orada olabilecek kimseleri aramış, durum hakkında bilgi vermiştim. Bu yüzden pot kırılmasına imkan yoktu.

Bir yandan köfteleri çeviren Ercan abi, diğer yandan da konuşuyordu.

"Hani, Ömer nerede?"

Geldiğim yöne doğru kabaca göz gezdirdim. Paytak paytak yürüyen biri ilişti gözlerime. Karanlıkta seçemesem de, kesinlikle oydu.

"İşte orada, geliyor abi."

Ercan abinin boyu uzun ve aracın içine tam olarak sığamadığı için biraz eğik duruyordu. Neredeyse kamburu çıkmıştı. Birkaç seri adımla arabanın diğer ucuna giderek, içeriden etrafa gelişigüzel göz attı. Hemen ardından ince, uzun bardaktaki beyaz sıvıyı tek çırpıda midesine yolladı ve elinin tersiyle ağzının kenarlarındaki nemliliği yok etti. Hira'nın kaşlarını kaldırarak, şaşkınlıkla baktığını gören Ercan abi, esprili şekilde döküldü sözcükleri.

"Aslan sütü bu kadam. Çalışma azmini arttırıyor."

Yüzlerimiz gerildi ve tam bir şey söyleyecektim ki, Ömer daldı araya.

"Çalışmak bizim işimiz abi."

Siyah deri ceketinin ceplerinde olan ellerini çıkararak, herkesi selamladı.

"İşler nasıl abi? Var mı bir sıkıntı?"

Biraz da sitemli fakat yüzündeki tebessümü asla kaybetmeyen bir ifadeyle yanıtladı Ercan abi.

"Durgun be Ömer'im. Festival alanındaki köprüyü yıktıktan sonra seyrekleşti iyice. Artık ne zamana yaparlar Allah bilir."

Hira'yı buraya getirmemin tek bir sebebi vardı... Buradaki insanları görsün, tanısın istiyordum. Çünkü, hayatta büyük badireler atlatmış olmalarına rağmen, neşelerini asla kaybetmeyen ve geleceğe daima umutla bakan bir topluluk, dostluk mevcuttu burada. Ercan abi ve Harun abi... Bu insanları tanıyalı henüz bir sene olmasına rağmen çok seviyordum. Ne zaman moralim bozuk olsa, kendimi toparlayamayacak gibi hissetsem, soluğu burada almıştım. Sonuçları da hep iyi olmuştu. Başkaları hakkında asla kötü konuşmayan, onların hayatlarına sözlü ya da fiziksel olarak hiç bir şekilde müdahale etmeyen bu insanların, yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi bildiklerine inanıyordum. Özellikle aralarındaki bağ... Paha biçilemezdi.

Birazcık sohbet ve patırtının ardından, tamire ihtiyacı olduğu belli olan bir motosikletin sesi çalındı kulaklarımıza. Gelenin kim olduğunu biliyorduk ve birbirimize bakarak gülümsedik. Bu samimi birlikteliğe Hira'da eşlik ediyordu. Üstelik bundan da çok memnun olduğu her halinden belli oluyordu. Parıldayan gözleri içime işliyordu. Çok geçmeden Harun abinin sesini duyduk.

"Ooo kimler varmış burada! Günaydın tetemoğulları."

Sözlükte karşılığı olmayan bu kelime, bir kez daha hepimize kahkaha attırmıştı. Öyle ki, Harun abinin kendisi bile gülüyordu. Koca göbekli, iri yarı olan fakat çocuk ruhunu asla yitirmemiş olan, koca bir adamın gülüşü... Hep birlikte aynı şekilde karşılık verirken, Hira tebessüm ederek, elini kaldırdı.

"Neredesin sen be! Geç kaldın. Ben yarıladım bile."

Ercan abinin bahsettiği şey aslan sütüydü. Her gün akşam saatlerinde Harun abi ile bir araya gelip, muhakkak tekrarlıyorlardı bunu. Bir çeşit ritüel haline getirmişlerdi. Kimi zaman bu etkinliğe Ömer ve ben de eşlik etsem de, bugün tercihimi koladan yana kullanmıştım.

Tokuşturdukları kadehlerin sesleri sessizliği delip geçerken, biz de olabildiğince eşlik ediyorduk onlara. Kısa bir aralıkta Ömer'e ilişti gözlerim. Hemen arabanın yanıbaşındaki kaldırıma oturmuş, olanları kırık bir tebessümle izliyordu. Daha önce böyle bir ifade görmemiştim yüzünde.

"Alo! Karadeniz'de gemilerin mi battı asi çocuk."

Her zaman yaptığı sinir bozucu ifadeyle gözlerime baktı. Yavaşça doğrularak yanımıza doğru sokuldu ve birkaç metre ötemizdeki iskemleleri işaret ederek oturdu.

"Bak şimdi Hira, sana birkaç tüyo vereceğim. Bu Yaman varya Yaman... Ömrümü yedi. En az on senem kesin girmiştir bunun yüzünden. Bak kesin yani. Saçlarımı görüyor musun? Nasıl da beyazladı."

Hira Ömer'in saçlarında uzunca süre, dikkatlice göz gezdirdi ve sonunda, daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir kahkaha patlattı. Öyle ki, bir ara nefesi kesilecek diye korktum. Kağıda hızlıca bir şeyler karaladı.

"İyi de saçların hala simsiyah."

Tek kaşını kaldıran Ömer, kendinden emin şekilde cevapladı.

"İçten içe beyazlıyor onlar. O yüzden dışarıdan bakıldığında net belli olmuyor."

Ömer'in kafasına hafifçe dokunarak, tel tel olan saçlarını kendimce savurdum.

"Biraz kestir sen de şunları artık. Papaza döndün iyice."

Bakışlarını tekrar Hira'ya doğru deviren Ömer, elinin bir tarafıyla yüzünü kapatarak devam etti.

"Görüyorsun değil mi? Nasıl da kıskanıyor saçlarımı!"

Her zamanki gibi konuşmasına rağmen, gözlerindeki o kırıklık hala gitmemişti. Sebebini tam olarak bilemesem de, çok iyi tanıdığım bu adamın bir şeyler sakladığından emindim. Yine de bozuntuya vermeden, öylece devam ettim.

ARAF Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin