VI

38 10 7
                                    



       Bitmek bilmeyen dertlerimiz var... Sonu asla gelmiyor ve geçen zaman bir yenisini daha ekliyor. Çok azını biliyorlar. Çok azını anlatıyoruz. Her şeye rağmen, yaşamaya değer bir şeylerin olduğunu anlamak huzur veriyor. Umut veriyor...

Önceki geceden kalmış yorgun bedenlerimizi, yumuşak ve rahat sayılabilecek yataklarımıza bırakmıştık. Sabahın ilk ışıkları yeni yeni süzülürken camdan, uykuya karşı galip gelmiş olan gözlerimi diri tutmaya devam ediyordum. Samet'in kesik kesik horlamaları dışında neredeyse hiç ses yoktu. Az sonra, titreyen bir telefonun tınısı çalınıyordu kulaklarıma. Benimkinin olmadığına emindim. Kafamı olduğum yerden yavaşça kaldırarak, ilerideki televizyon masasına göz attım. Bir süre sonra çalmayı bırakan Ömer'in telefonu, hemen ardından tekrar titremeye başladı. Sabahın köründe ısrarla çalmasına anlam verememiştim. Ömer'e doğru döndüğümde hiç bir şekilde uyanma belirtisi göstermediğini farkettim. Sonunda galip gelen merakım, hışımla ayağa fırlamama neden oldu. Rehberde kayıtlı olmayan numaraya cevap vermek ile vermemek arasında ikilemde kalmıştım ki, titreme durdu ve arama kesildi. Birkaç dakika beklesem de, tekrar çalmadı. Nevresimlerin arasında kaybolan kendi cep telefonumu bularak, numarayı kaydettim. Profil resmine baktığım kişi bir kadındı ve üzerinde, tıpkı doktorların giydiği beyaz üniformalardan vardı. Bir de boynuna astığı, adını bilmediğim o alet... 

     Samet aynada saçlarını büyük bir özenle düzeltirken, yattığı yerden henüz doğrulmuş olan Ömer, anlamsızca etrafına bakınıyordu. Gözlerini hızlıca ovuşturduktan sonra yavaşça kalktı. Sendeleyerek yürümesini, uyku sersemliğini hala üzerinden atamamış olmasına verdim. 

"Günaydın. Ben daha da uyursun diye düşünüyordum."

Sanki her şey ayarlanmış, yaşanacaklar biliniyordu. Omzuma öyle dokunmuştu. Ya da ben öyle hissetmiştim. 

"Ee yaşlanıyoruz olum. Sen beni gençken görecektin."

Her ne kadar dilime prangalar vurup, susmak istesem de, merakım her şeyin önüne geçiyordu. Gülümsemedim bu kez ve o da bu duruma şaşırmıştı. Nasıl şaşırmasın ki... Daima asık suratlı olan o, gülüp eğlenen ise bendim. Evet... Hayattaki rollerimiz buydu. En azından ben öyle sanıyordum... Daha fazla tutamadım kendimi ve pusuda bekleyen sözcükler aniden döküldü dilimden.

"Senin doktorla ne işin var abi?"

Yüzüme öylece bakakaldı. Gözleri donuktu ve çehresi gerilmişti. Bir şeyler söylemek istiyorda, kelimelerle inatlaşıyor gibi bir hali vardı. En nihayetinde titreyen sesi duyuldu.

"Ne doktoru?"

Masanın üzerine olduğu gibi bıraktığım telefonunu işaret ettim.

"Sabahın köründe üst üste iki kez arayıpta, sana ulaşamayan kişiden bahsediyorum."

Yüzü düştü ve kaşları çatıldı. Telefonunu eline alarak bir şeyleri kurcaladı. Şimdi her zamanki gibi  ciddiydi ve biraz da sinirli. Bu kez gerçekten...

"Şimdide cep telefonumu mu karıştırmaya başladın?!"

"Hayır, karıştırmadım. Numarayı kaydettim ve arayan kişinin profil resmine baktım."

Tek kelime etmeden, aldığı yere sertçe fırlattı telefonu. Banyoya girmek için attığı adımlarını kestim.

"Ee, söylemeyecek misin? Randevun falan vardıda gitmedin mi yoksa? Ya da bilmediğim ama bilmem gereken bir şey mi var?"

Kapının elceğine sertçe asılarak, arkasını dönmeden son kez konuştu.

"Yok bir şey!"


ARAF Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin