O gün Şırnak'ta Mehmet, Selo'nun elini koyduğu yere başını eğip göğsüne baktığında, akan kanları gördü. Sıcağıyla vurulduğunu anlamamıştı, bir anda vücudunun sarsılmasını Selo'ya bağlamış ona baktığında acıyı hissetmeye başladı. Gözlerinin önüne Zeynep'in gülen yüzü geldiğinde kaybolmaması için gözlerini kapattı. Gerisi onun için tamamen karanlıktı. Alanı Selo'nun acı dolu haykırışı doldurdu "Neden yelek giymedin? Bana giyeceğine söz vermiştin Mehmet. Kardeşim aç gözlerini. Nerde kaldı sağlık ekipleri, yetişin kardeşimin yaşaması gerekiyor."
O böyle bağırırken sağlık ekipleri gelmiş müdahale etmeye çalışıyordu. Kurşun kalbine girmiş hasarı burada tespit edemiyorlardı. Gelen helikoptere bindirdiler Mehmet'i Selo ve Cenk de onunla birlikte binmişti. Burada tedavi edilemeyeceği için başka bir yere götürüyorlardı. En yakın ildeki hastaneye geldiklerinde Mehmet'i ameliyata aldılar. Cenk oradan uzaklaşmış durum raporu geçiyordu Müsteşar Haldun Beye.
Zeynep'in rüyaları Mehmet'ti, elini tutup bakıyordu kıza, sanki her an kaybolacakmış gibi. Kendi sesini kaybetmiş gibiydi Zeynep ağzını oynatıyor ama kulaklarına çığlık doluyordu. Çığlık atmak istemiyordu ama ne zaman Mehmet'e bir şey söylemek istese aynı çığlığı duyuyordu. Mehmet ise Zeynep'in yanağına elini koymuş öylece duruyordu. Acı gerçek yüzüne çarptı ve Mehmet'in öldüğünü hatırladı. Peki nasıl şimdi karşısında durabiliyordu böyle uzanıp elinin üzerinde dolaştırdı parmaklarını. Mehmet gülümseyerek elini çekti ve başını iki yana salladı. Geri geri yürümeye başladı ve karanlığın içinde görülmez oldu. Gitme demek için ağzını açtı yine aynı çığlık döküldü dudaklarından. Bedeni sarsılıyor bir şeyler onu tutmaya çalışıyordu, gözlerini açtığında kendisinin hala çığlık attığını fark etti.
Doktor hemşirelere emir yağdırıyordu "nöbet geçiriyor sakinleştirici yapın hemen." Elysa atıldı, "Yapmayın doktor beş gündür sakinleştiriyorsunuz ama yine aynı nöbetleri geçiriyor bırakın kendisine gelsin. İzin verin konuşayım onunla." Doktor bey geçmesi için kenara çekildi. Elysa Zeynep'in yüzünü avuçlarının arasına aldı kendisine bakmasını sağladı.
"Zeynep, kendine gel kardeşim. Sakin ol bak benim Elysa yanındayım. Bunu kendine yapma konuş hadi benimle." Zeynep konuşmak yerine çığlık attığında doktor araya girdi "Ela Hanım bırakın ilacını verelim" dedi ve Elysa geri çekildi. Zeynep'in gözleri bilinçsizce kapandığını izledikten sonra doktora döndü.
"Doktor Bey, ne zaman geçecek bu? Neden bu kadar uzun sürdü?"
"Size ilk günde söyledim Ela Hanım, yaşadığı travmanın ağır gelmesi sonucu bu durumda. Beklemekten başka çaremiz yok maalesef, bilinçli bir şekilde uyanana kadar bekleyeceğiz."
"Peki böyle sürekli çığlık atması normal mi?"
"Her şeyi uyandıktan sonra göreceğiz. Sanırım bu çığlıklar bir şeyleri dile getirme biçimi Zeynep'in."
"Nasıl yani?"
"Sayıklama yada mırıldanma yok yalnızca çığlık atıyor."
"Böyle mi devam edecek peki?"
"Uyandıktan sonra göreceğiz, kesin bir şey söyleyemem ama böyle devam edeceğini zannetmiyorum."
Özgür gelip karısına sarıldı ve birbirlerine teselli vermeye çalıştılar. Bekliyorlardı bir üç gün daha geçtiğinde Zeynep'in nöbetleri azalmıştı bu yüzden ilaçları azalttı doktor. Elysa gözlerini ayırmadan izliyordu Zeynep'i. Akşam olduğunda gözkapaklarında sanki kilolarca ağırlık varmış gibi hissetti Zeynep. Gözlerini açmak istiyordu ama bunu yapamıyordu gücünün son kırıntılarını gözlerini açmak için kullandı. Başarmıştı ancak açtığında ışık gözlerini aldı bilinci yerine gelirken yine aynı çığlık yankılanıyordu kulaklarında. Işıktan kaçmak ve çığlığı duymamak için kafasını sol yana çevirdiğinde onu gördü. Çığlık susmuştu sağ kolundaki baskıya bakmak için bu sefer o tarafa döndü. Yaşlı gözlerle sakin olmasını söylüyordu kolundan tutarak. Onu duyamamaya başladı ve gücü tükenerek gözlerini kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN SESİ VAVEYLA
General FictionKaradeniz'in iki deli, inatçı, gururlu, hırçın aşıkları Mehmet ile Zeynep. İmkansız dediği ne varsa oldu Zeynep'in hayatında. Mehmet'in beni sevmesi imkansız, aldatması imkansız dedi. Hepsi de oldu işte, kadere akıl sır ermiyordu. Önce kahkaha oldul...