Kimi insan sahip olduğu şeyleri bir odaya, bir eve, hatta yaşadığı şehre bile sığdıramazken benim sahip olduğum tek şey göğüs kafesinin içinde kan pompalamaktan başka bir işe yaramayan sürekli kanayan kalbim ve sırt çantamdı. Karşımda tüm heyetiyle duran belki de milyonlar eden eve hiç yakışmadığım doğruydu. Önündeki havuz kadar berrak bir geçmişim veya bahçedeki çiçekler kadar renkli bir hayatım yoktu. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Ve beni güçlü kılan şey buydu. Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar her zaman daha cesaretli oluyordu. Bunu deneyimle zamanla öğrenmiştim.
Sırtımdaki çantaya iki elimle sarılıp ağır adımlarla kapıya yaklaştım. Kapıda bir güvenliğin olmaması veya henüz kimsenin benim kim olduğumu sorgulamaması şaşırtıcıydı. Normalde bu evin çevresi zırhlı araçlarla çevrili olması gerekirdi. Sonuçta koskoca kozmetik dahiyanesi Ahmet İplikçi'nin oğlunun eviydi.
Zile basmak için kaldırdığım elimi güçlükle zile getirmiştim. Zile basıp bir iki adım geriye gittiğimde çevredeki güvenlik kameralarını farkettim. Sanırım görevliye gerek kalmayacak kadar fazla kameralar vardı. Kapının açılmasını bekleyene kadar içimden geçen senaryoya ses verdim. İçimdeki hayali Ömer'le tartışmaktan usanıp açılan kapıyla yerimde dikleştim.
Kapıyı açan kişinin Ömer olacağını da beklemiyordum aslında. Siyah kalem etek üzerine beyaz gömlek giymiş bir hizmetlinin açacağını düşündüğüm için karşımda onu görünce şaşırdım. Dakikalardır çalıştığım giriş cümlesini unutmuştum. "Hoş geldin." Sesi kulağımı doldururken derin bir nefes alıp sağ elimde tuttuğum kağıdı ona doğru uzattım.
"Sen kendini Cem Yılmaz falan sanıyorsun galiba?" dedim soru sorarcasına. Hayır! Tabiki kafamda kurduğum giriş cümlesi bu değildi. Tamamen doğaçlama gelişmişti. Yüzündeki gülümseme gitmiş yerine hafif çatık kaşları gelmişti. "Hayır öyle sanıyorsan üzgünüm seni acı bir gerçekle yüzleştireceğim. Çok kötü şaka yapıyorsun."
"Anlamadım." dedi, elimdeki kağıtta olan bakışlarını bana çevirdi. Kağıdı yırtıp parçalarını üzerine doğru attığımda ise yere düşen her bir parçayı gözleri takip etmişti. "Kendi evime gitmeyecek kadar gururlu olduğumu bilen adam, bana çirkin bir teklifte bulunup yerin dibine girmemi sağlayan kişinin evinde kalacağımı mı düşündü?" Sesimdeki soğukluk benim bile kanımı donduruyordu. Kırılmıştım ve bir daha bir araya gelemeyecek olan parçalarımın her biri bir yana dağılıyordu.
"Ben seni düşünmüştüm."
"Beni değil, benim yerime düşündün." dedim lafını bıçak gibi kesip daha fazla konuşamaması için. "Ve yanlış düşündün. Mümkünse bir daha düşünme. Pek de başarılı değilsin zaten bu konuda." Dudakları bir şey söyleyecek gibi aralanıp geri kapandığında yutkunduğunu hissetmiştim. Ağır olmuştu bu ona ama hakediyordu. Daha önce hiçbir kadından rest yememişti anlaşılan.
"İzinizle." dedim aramızdaki farkı ona siz diyerek saygı çerçevesinde belirterek. Arkamı dönüp kendimden emin adımlarla çıkışa doğru ilerledim. Onun konuşmasına izin verirsem ona mağlup gelirdim. Bu kendimde yenildiğim anlamına gelirdi. Haberi olmasada ona olan aşkıma yenilip onu affetmek istemiyordum. Bu saf sevgiyi kirletmemeliydim.
Koşar adımlarla geldiğim yolu geri dönüp biraz önce oturduğum banka yeniden oturdum. Gidecek yerim, giyecek kıyafetim, çalacak hiçbir kapım kalmamıştı. Yalnızlığı dibine kadar yaşıyordum. Günüm parkta oynayan çocukları ve seyyar satıcıları izleyerek geçmişti. Kafamdaki sargıyı gizlemek için kafama taktığım saç bandını çıkarıp onun yerine çantamdaki bereyi taktım. Böyle daha iyi görünüyordu. Mesai saatinin yaklaşmasıyla bara girip kimseye görünmeden soyunma odasına geçtim. Bere ile tezgahta duramazdım ama kafamdaki sargıyı da kimse görmemeliydi. Kimsenin meraklı bakışlarıyla ilgilenip açıklama yapmak istemiyordum.
![](https://img.wattpad.com/cover/140615518-288-k637330.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEPÇE
Teen Fiction"Sevgisizlik ayrılıktan daha zor." Aşk onun için bir kumardı ve kumar oynamadan kaybedilmezdi o kaybetmemek için kazanmaya bile çalışmamıştı. Platonik aşıktı kadın adama. Uzaktan sevmeye alışmış ve bununla yetinmişti. Ne o adamın hayatına ayak uydu...