HAZRETİ ALÂ BİN HADRAMÎ (RADIYELLÂHÜ ANH)

17 7 1
                                    

Alâ bin Hadramî (radıyellâhü anh)


Medine’de kurulan İslam Devleti gün geçtikçe büyüyordu. Kavim kavim, kabile kabile Medine’ye akın eden halk, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'in sohbetinde bulunuyor, İslam’ın yüce hakikatlerini dinledikten sonra Müslüman oluyorlardı. Re­sû­lul­lah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir yandan Medine’ye gelen heyetlerle meşgul olurken, diğer yandan da komşu devlet ve hükümdarlara elçiler göndererek onları İslam’a davet ediyordu.

İşte el­çi olarak vazifelendirilen bu sahabilerden birisi de Alâ bin Hadramî (radıyellâhü anh) ’dır .

( Alâ : en yüksek,
en yüce,
en kıymetli. )


Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu Hicret’in 8. yılında, bugünkü Basra Körfezi’nin batı­sında bir sahil ülkesi olan Bahreyn’e gönderdi. Mecusi olan Bahreyn Hükümda­rı Münzir bir Sâvâ’ya da bir mektup yazdı. Hazreti Ebû Hureyre (radıyellâhü anh) ’yi yanına al­masını ve yol arkadaşına iyi davranmasını tavsiye etti.
[1]

Hazreti Alâ bin Hadramî (radıyellâhü anh) , ilk Müslümanlardandı. Uzun zaman Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'in sohbetinde bulunmuş, feyiz almıştı. İyi bir hatipti. İkna kabiliyeti yerinde, yu­muşak sözlü bir tabiata sahipti. Muhatabının içinde bulunduğu durumu nazara alarak konuşur, onu kırmamaya incitmemeye azami gayret gösteririrdi. Zaten Peygamberimiz (radıyellâhü anh) tarafından böyle mühim bir hizmet için vazifelendirilmesinin sebebi de buydu.

Alâ bin Hadramî (radıyellâhü anh) vakit geçirmeden yola çıktı. Bir yandan yol alıyor, bir yan­dan da düşünüyordu. Zira yüzlerce insanın İslamiyet’i kabul veya reddetmesi, kendisinin tebliğine bağlıydı. Diğer taraftan, bir hükümdara gidiyordu. Bu se­beple dikkatli olması gerekiyordu. Gittiği topluluk gerçi Mecusi idi. Allah yeri­ne Allah’ın yarattığı ateşe ibadet ediyorlardı. Ama muhatap kim olursa olsun, Müslüman “kavl-i leyyin” ile davet etmek zorundaydı. Zira Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimede bu hususta şöyle buyuruyordu:

İnsanları Rabb’inin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle çağır ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap.
[2]

( kavl-i leyyin : yumuşak söz, sert olmayan söz, enaniyetli olmayan söz)




Nihayet Bahreyn’e ulaştı. Bahreyn hükümdarı, Mekke’den bir peygamber çık­tığını işitmişti. Fakat İslamiyet hakkında bir bilgiye sahip değildi. Peygamberi­miz (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'in elçisini hemen huzuruna kabul etti. Böylece Re­sû­lul­lah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ’e değer verildiği­ni, elçiye göstermek istiyordu.

Nübüvvet mektebinden ders alan Hazreti Alâ (radıyellâhü anh) , gayet olgun bir şekilde içeri girdi. Sade, fakat temiz bir elbise giymişti. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'in mektubunu hükümdara takdim etti. Hükümdar saygılı bir biçimde mektubu aldı ve tercümanına vererek okumasını istedi.

Mektup okunurken, Alâ bin Hadramî (radıyellâhü anh) ne konuşacağını düşünüyordu. Etrafına şöyle bir baktı. Hükümdarın ileri gelen adamlarından hemen hepsi oradaydı. O hâlde onların önünde hükümdarı ve tabi oldukları dini küçül­tücü ifade kullanmamalıydı. Bilakis hükümdarın milleti içindeki mevkiini de göz önüne alıp ona göre İslamiyet’e davet etmeliydi. Mektubun okunması bittik­ten sonra şu mealde bir konuşma yaptı:

“Ey Münzir! Şüphesiz sen dünya işlerinde büyük bir akla sahipsin. Bak, iyi düşün! Hiç yalan söylemeyen bir kimseyi tasdik etmemek, verdiği sözden hiç caymayan kimseye itimat etmemek, inanmamak sana yakışır mı?! İşte böyle olan o ümmi peygamberdir ki, vallahi aklı başında olan hiç kimse, hiçbir zaman onun emrettiği şeyin yasaklanmasını, onun yasakladığı şeyin de emredilmesi gerekeceğini söyleyemez.”

Erkek Sahabeler (Asr-ı saadet'te ki yıldızlar⭐)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin