"Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır."
***
"Son şarkısını söyledikten sonra hızlı adımlarla orkestranın arkasında kayboldu, ışıklar tekrar yandı. Ben saadetimin neşesi içinde, hiçbir şey düşünmeden bir müddet durdum. Sonra, 'Şimdi ne yapmalı?' diye kendi kendime sordum. Hemen dışarı çıkıp kapının önünde onu beklemeli miydim?... Ne maksatla?"
***
"Küçük, uçlara doğru sivrilen ve kemiklerinin gayet ince olduğu hissini veren parmakları vardı ve bunların ucu, üşümüş gibi, kırmızıydı. Biraz evvel avucumda tuttuğum ellerinin hakikaten soğuk olduğunu hatırladım. Aklımca bundan istifade etmek isteyerek: 'Elleriniz ne kadar soğuk!' dedim. Tereddütsüz cevap verdi: 'Isıtın!' Ve her ikisini birden uzattı."
***
" 'Berlin'de yalnızsınız değil mi?' dedi. 'Ne gibi?'
'Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki...'
'Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Küçüklükten beri.'
'Ben de yalnızım...' dedi. Bu sefer ellerimi kendi avuçları içine alarak: 'Boğulacak kadar yalnızım...' diye devam etti, 'hasta bir köpek kadar yalnız...' "
***
"Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için... Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil. Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım.
Herhangi bir şekilde talep ettikleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendileri daima bir avcı, bizler zavallı birer av... Rahatsız edici olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... Biz istemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle, bunun için dost olabileceğimi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok. Fakat bilmem... Ben ne kuzuların ağzından, vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm..."
***
"...artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insansı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu benim için nasıl birdenbire bir ihtiyaç olabilirdi ki? Fakat bu hep böyle değil midir? Bir çok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"
***
"Yaşamak , tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak... Dünyada bundan daha ferah verici bir şey olabilir miydi?"
***
"O beni birdenbire sessiz ve kranlık dünyamdan ayırmış, ışığa ve sahiden yaşamaya götürmüştü. Bir ruhum bulunduğunu ancak o zaman fark etmiştim. Şimdi, geldiği kadar sebepsiz ve ani, çekilip gidiyordu. Fakat benim için bundan sonra eski uykuya dönmek imkanı yoktu. Yaşadığım müddetçe türlü türlü yerler gezecek, dilini bildiğim ve bilmediğim insanlarla tanışacak ve her yerde, herkeste onu, Maria Puder'i, Kürk Mantolu Madonna'yı arayacaktım. Onu bulamayacağımı daha şimdiden biliyordum. Fakat aramamak elimde olmayacaktı. Beni, bütün ömrümce bir meçhulü, mevcut olmayan bir şeyi aramaya mahkum ediyordu. Bunu yapmamalıydı..."
***
"Hayatımızın bir takım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. Bir kadın, trenin penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit, hafif bir rüzgarla yerinden oynayarak, devrin gıpta ettiği bir kafayı parçalayabilirdi. Göz mü mühim, kömür parçası mı, kafa mı mühim, kiremit mi, diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü birçok cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk."
***
"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi heralde, 'Bu öyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır."
***
Belki birçok yerde duydunuz ismini, belki alıntıları her yerde okudunuz, ya da bu inanılmaz kitabı bizzat kendiniz okudunuz. Ancak Kahveli Sayfalar'da bu kitaba yer vermeyi hiçbir şekilde es geçemezdim. Bakış açımı değiştiren, Maria Puder'in göz açan düşünceleri sayesinde her şeye daha farklı bakar oldum. Yine de sonunu düşünmek hep içimi sızlatıyor. Milyonlarca insan, ortada 'gerçek aşk! gerçek aşk!' diye dolanıyor ancak bir nüansın farkına varmayı atlıyorlar.
Bazen gerçek aşklar bile mutsuz sonla bitiyor.
-kedipijamalikiz