Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım (Paulo Coelho)

153 10 1
                                    

"Zaman gelmiş, göz yaşları içinde şöyle dediğimiz olmuştur: 'Değmez bir sevgi uğruna acı çekiyorum.' Acı çekeriz, çünkü aldığımızdan daha fazlasını verdiğimize inanırız. Acı çekeriz, çünkü sevgimiz karşılıksız kalmıştır. Acı çekeriz, çünkü kurallarımızı karşımızdakine benimsetememişizdir. Ama boş yere acı çekeriz, çünkü gelişmemizin tohumu sevginin içindedir.

...Seven kişi ne olursa olsun yitirme duygusuna kapılmadan, dünyayı yenmiştir. Gerçek sevgi, kendini tümüyle vermektir."

***

"Aşk belki vaktinden önce yaşlandırıyor bizi; sonra, gençlik uçup gittiğinde yeniden gençleşmemizi sağlıyor. Ama o anıları unutmaya olanak var mı? İşte bu yüzden yazıyorum ben, hüznü hasrete dönüştürmek için..."

***

" ...Ben kim oluyordum da ona özgürlükten ya da bağlanıştan söz ediyordum? O, bu sözlerin ne anlama geldiğini biliyordu, oysa ben bilmiyordum."

***

"İnsan tehlikeye atılmayı bilmeli, diyordu. Yaşamın mucizesini ancak, beklemediğimiz şeyler olup bittiğinde gerçekten anlıyoruz.

Tanrı, güneşi her gün yeniden doğurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize. Oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezden geliyoruz, bugünün düne benzediği gibi, yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibi davranıyoruz. Ama dikkatini yaşamakta olduğu güne veren kişi, o büyülü anın varlığını keşfediyor. O büyülü an belki de sabah anahtarı kilide soktuğumuz dakikada, akşam yemeğini izleyen suskunluk sırasında, bize birbirinin benzeri gibi gelen bin bir şeyde gizli. Ama öyle bir an var ve işte o anda yıldızlar tüm güçleriyle içimize doluyor ve bizi mucizeler gerçekleştirmeye hazır hale getiriyor.

Mutluluk kimi zaman kutsamadır - ama çoğu zaman bir fetihtir. Günün o büyülü anı, değişmemize yardım ediyor, bizi düşlerimizin peşinde koşmak için yola koyulmaya itiyor. Acı çekeceğiz, zor zamanlar yaşayacağız, ne var ki bunlar geçici, iz bırakmayan dönemler olacaktır. Ve daha sonra geriye dönüp, umut ve inançla bakacağız.

Kendini tehlikeye atmaktan korkan kişiye ne yazık! Çünkü o kişi belki de hiç düş kırıklığına uğramayacak ve peşinden koşacak bir düşü olanlar kadar acı çekmeyecek. Ama dönüp de arkaya baktığında (çünkü her zaman, sonunda dönüp arkamıza bakarız), yüreğinden şu sözcükletin döküldüğünü duyacak: 'Tanrının, yaşadığın her günr ektiği mucize tohumlarını ne yaptın? Yaradanın sana bağışladığı yetenekleri ne yaptın? Hepsini bir çukura gömdün, çünkü onları yitirmekten korkuyordun. İşte, şimdi elinde kalan: Yaşamını yitirmiş olmanın kesinliği.'

Bu sözleri duyan kişiye ne yazık! Mucizelere o anda inanacak, ama varlığın büyülü anları geçip gitmiş olacak."

***

"...çünkü yaşamımızın her anında, gerçekleşme olasılığı olan bazı şeyler, sonunda gerçekleşmemiştir. Farkına varılmayan büyülü anlar vardır ve sonra, birden, yazgının eli dünyamızı değiştiriverir."

***

"Kybele, dedi. Ana Tanrıçanın suretletinden biri. Hasatları düzenleyen, kentleri koruyan, kadına rahibelik görevini veren Tanrıça.

'Kimsin sen? Neden seninle birlikte gelmemi istedin benden?'

Bana döndü:

'Ben, senin olduğumu sandığın varlığım. Toprak dininin parçasıyım.'

'Ne istiyorsun benden?' diye üsteledim.

'Senin gözlerinden okuyabilirim. Yüreğinden okuyabilirim seni. Aşık olacaksın. Ve acı çekeceksin.'

'Ben mi?'

'Neden söz ettiğimi biliyorsun. Onun sana nasıl baktığını gözlerimle gördüm. Seni seviyor.'

'Ne söylediğinizi bilmiyorsunuz siz. Hayal dünyanızın içinde yitip gitmişsiniz!' diye bağırdım. Ve o kadının sözlerini bir daha asla düşünmemeye söz verdim."

***

"Bir kahve içmek için durduk.

'Yaşam sana çok şey öğretmiş,' dedim, konuşmayı başlatmak için.

'Birçok şeyi öğrenebileceğimizi, kendimizi değiştirebileceğimizi öğretti bana. Bunu yapabileceğimizi düşünmesek de.' "

***

" 'Sana bir şey vermek istiyorum,' dedi, elime kırmızı küçük bir kese tutuşturarak. Hemen açtım. Kesenin içinden, bir yüzünde Notre-Dame de la Grâce, öteki yüzünde de Sacré-Cœur de Jésus bulunan paslı bir madalyon çıktı.

'Senindir,' dedi, şaşkın bakışımı izlerken. Yüreğim, yeniden alarm sinyalleri göndermeye başladı.

'Bugünkü gibi bir sonbahar günüydü -on yaşlarındaydık-, seninle, o ulu meşr ağacının olduğu meydanda oturmuştuk. Sana bir şey söyleyecektim, haftalardır kendi kendime yinelediğim bir şeyi. Tam başlamıştım ki sen bana, küçük Ermiş Saturio Kilisesinde madalyonunu kaybettiğini söyledin ve gidip aramamı istedin.'

Anımsıyordum, tanrım! Anımsamaz olaydım keşke...

Sözünü sürdürdü:

'Madalyonu buldum. Meydana geri döndüğümde, haftalardır ezberlediğim sözleri söylemeye cesaret edemedim. Ben de bunun üzerine, madalyonu sana, yirmi yıl önce başlanmış o cümleyi söyleyebildiğim zaman verrceğime kendi kendime söz verdim. Uzun süre unutmaya çalıştım ama aklımdan çıkmadı. Kafamın içinde o cümleyle yaşayamaz hale geldim.'

Kahvesini bıraktı, bir sigara yaktı ve uzun süre gözleri tavana dikili kaldı. Sonra bana döndü.

'Basit mi basit bir cümle bu. Seni seviyorum.'

***

Ben alıntıları ne güzel bir yerde kestim, değil mi? Şunu söylemek istiyorum ki, bu yaptığım tüm alıntılar ikiyüzoniki sayfalık bir kitabın, sadece ilk kırkbir sayfasından. Neden burada kestim derseniz... Eğer hepsini yazmış olsaydım, kitabı okumuş gibi olacaktınız ve ben sizin bu kitabı alıp, merakla ve büyük bir iştahla, bizzat okumanızı istiyorum. Daha içinde öyle güzel cümleler var ki... Şahsen ben beğendiğim yerleri çizerken, tüm kitabı boyamaktan korktum.

Paulo Coelho... Öyle yumuşacık bir kalem ki... O dünyayı zorlayan cümleleri tatlı bir meltem gibi esiyor aklınızdan, yüreğinizden... Her kitabında olduğu gibi, bunda da bir kez daha değerini anladım Coelho'nun. Kaleminin damaklarda bıraktığı o hoş tadın.

Ha eğer derseniz ki, Ceren, sen diğer çizilenleri de paylaş... Seve seve. Büyük spoilerler vermek en sevdiğim uğraştır.

Bayağı öptüm!

-kedipijamalikiz

Kahveli SayfalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin