Giriş

305 23 53
                                    

Makbule'nin Ağzından...

Gözlerimi sınıfın üzerinde gezdirirken tek yaptığım şey beklemekti.

O'nu beklemek.

Zil çalalı neredeyse yedi dakika olmuştu. Ama Ahsen hala sınıfa gelmemişti.

Ahsen, çocukluğumdan beri sevdiğim, vazgeçemediğim tek erkekti.

Ona olan duygularım karşılıksızdı. Bunun çok ala farkındaydım. Ama gerçekten sevmek de bunu gerektirmez miydi zaten? Bence birini karşılıksız sevmek çok daha önemliydi. Sizi seven birini zaten çok kolay sevebilirdiniz.

Ahsen, kapıdan içeriye girdi. İşte o an, kalbim yine hızlandı, zaman durdu sanki.

Sahi, gerçekten de zamanın durması mümkün müydü? Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı onun bana gülümserken baktığı bir an da olmasını isterdim. O zaman dünyadaki en mutlu insan ben olabilirdim.

Ahsen, soğuk bir ifadeyle yürürken yavaşça sırasına oturdu. Okulu sevmediğini çok belli ediyordu.

Birden bana doğru döndü. Benim gözlerim fal taşı gibi açılırken, o inci gibi dişleriyle gülümsüyordu. İşte zamanın durmasını istediğim zaman tam da şu andı.

Önüme döndüğümde Kazım Hoca sınıfa hızlıca girmiş ve kitaplarını masaya adeta atmıştı. Derse ani bir giriş yaptığımızda uykum gelmeye başlamıştı bile. Sanırım bu ders benim ve uykum için zorlayıcı olacaktı.

...

"Makbule, uyan! Haydi be kızım!"

Bilinçaltımda Menekşe'nin sesi yankılanıyordu. Bir dakika ne demişti o? Uyan mı?

Kafamı hemen sıradan kaldırdım. Menekşe bana bezmiş bir şekilde bakıyordu. Ayrıca ellerini birbirlerine bağlamış ve dudağını ısırmıştı.

Tatlı tatlı gülümsemeye çalıştım. Elbette tatlı kelimesinin yanından geçememiştim.

"Kusura bakma Menekşe."

Derin bir nefes aldı ve başladı konuşmaya. Menekşe'nin bir dakikada on yüz milyon tane kelime söyleyebildiğinden bahsetmiş miydim hiç?

"Kızım ayı mısın? Kış uykusuna falan mı yattın acaba? Hayır yani şu sert sıranın üzerinde nasıl uyuyorsun anlamıyorum ki? Ne olur..."

O konuşmaya devam ederken gözüm Ahsen'e gülümseyen Sude'ye takıldı. Ahsen de bundan geri kalmıyordu. O da, Sude'ye gülümsüyordu.

Sude sınıftan çıkmak için ilerlerken tam Ahsen'in önünde durdu. Ona iki parmağının arasında bir kağıt uzattı.

Ahsen o kağıdı aldığında Sude arsızca gülümsüyordu.

"Makbule? Sen dinliyor musun beni?"

Menekşe'ye doğru baktığımda sinirden gözlerim dolmaya başlamıştı.

Menekşe bu halimi görür görmez arkasına döndü. Ama artık çok geçti. Olanlar olup bitmişti zaten.

"Ne oluyor kızım?"

Birden ayaklandım ve hızlı adımlarla yürüyüp sınıftan çıktım. Bu esnada ise Menekşe arkamdan konuşmaya devam ediyordu. Bu kızın bazen çenesini sökmek istiyordum gerçekten.

"Ben kütüphaneye gidiyorum Menekşe. Şimdi orası bomboştur. Rahat rahat ağlayabilirim."

Menekşe'nin tüm laflarını ağzına tıktıktan sonra ikinci kattaki kütüphaneye çıkmak için merdivenlere yöneldim.

Kolumdaki saate baktım. Saat on ikiydi. Yani öğle arasındaydım ve rahat rahat kütüphanede takılabilirdim.

Merdivenlerden çıkarken ağzımda birkaç kötü kelime geveliyor, ağzımdan çıkmasınlar diye dudaklarımı birbirine bastırıyordum.

İkinci kata çıktıktan sonra biraz dinlenip nefes alış verişimi düzenledim. Malum, kilom olduğu için böyle şeyler benim için çok normaldi.

Sonunda normale döndüğümde ilerleyerek sağ taraftaki kütüphaneye girdim.

Kokusunda hayat bulduğum, beni gülümseten sıcacık bir yerdi burası.

Kütüphanedeki rafların arasında gezinmeye başladım. Kısa, tombul işaret parmağımı bazı kitapların üzerinde gezdirdim. Bu his çok güzeldi.

Birden arkamdan bir şey geçtiğini hissettim. "Herhalde rüzgârdır." Diye geçirdim içimden.

Ama ikinci sefer aynı şey olunca arkama döndüm. İlk karşılaştığım siyah parlak botlar oldu. Çünkü o kadar akıllıydım ki, arkama döndüğüm zaman ilk olarak yere bakmıştım.

Yutkundum.

Şu an kütüphanede yalnızdım. Bu kişi kim olabilirdi?

Yavaşça kafamı kaldırmaya devam ettim. Siyah kumaş bir pantolon ve siyah bir palto devam etti.

Kafam karışmıştı. Bizim okulda bu tarzda giyinen birini hatırlamıyordum.

En son kafamı kaldırdım ve karşımdaki kişinin yüzüne baktım.

Bu, bu, bu ne kadar mükemmel bir yüzdü böyle?

Aynı zamanda ürkütücüydü de.

Uzun kan kırmızısı saçları, masmavi gözleri vardı.

Kafasında eski model bir şapka vardı. Aynı sihirbazlar gibi.

Ellerine de beyaz eldivenler takmıştı ve bir sopayı tutuyordu.

Bu, kimdi?

Korkuyla sağ tarafa dönecektim ki karşımdaki kişi bunu engelledi.

Gözlerim korkuyla dolmaya başlarken, kalbim uyarı ikaz lambası gibi alarma geçmişti. Tam ağzımdan bir çığlık çıkacaktı ki, nasıl oldu bilmiyorum ama sesim kısıldı. Konuşamadım, bağıramadım. Sanki dudaklarımı birisi dikmişti. Ağzımı açamıyordum.

Gözlerimden akan yaşları kolumun kenarıyla sildim ve ellerimi ağzıma götürdüm.

Açılmıyordu. Açamıyordum!

Nefesim kesilmeye başlarken karışımdaki kişi konuşmaya başladı.

"Biliyorum, şu an çok korkuyorsun. Ama umurumda değil. Sadece tek bir şey söyleyeceğim, ölüm olacak. Ama bu ölümün kime sahip olacağını sen belirleyeceksin."

İçimden attığım çığlıkların çeyreği duyulsa yeterdi. Lütfen bu bir şakaydı değil mi? Koşmaya başladım. Ama başlamamla düşmem bir oldu.

"Bu kadar korkacağını bilseydim daha sevimli giyinirdim."

Gözlerimdeki yaşlar su gibi akarken ağzımı adeta yırtarcasına açmaya çalıştım. Ama açılmıyordu. Üstelik yerden de kalkamıyordum.

Yere adeta mıhlanmış gibiydim.

Kapı sesi geldiğinde Menekşe'nin sesini duydum.

"Makbule neredesin kızım sen?"

Benim olduğum araya geldiğinde şaşırarak,

"Kuzum yerde ne yapıyorsun tek başına? Üstelik bu ne hal? Sinir krizi geçirip ağzını çizeceğini bilseydim daha önce gelirdim. Neden ağladın bu kadar? Konuşsana kuzum?"

Kafamı çevirip karşımdaki yaratığa baktım. Bu nasıl bir şeydi böyle?

Bana gülümseyerek birden toz oldu.

Ağzımı açabildiğimde derin derin nefes almaya başladım.

Titriyordum. Hem de zangır zangır.

"Görmedin mi?"

Kekelerken zar zor da olsa konuştum. Menekşe kaşlarını çattı.

"Kimi? Neyi?"

Öylece Menekşe'nin suratına bakakaldım. Ne demekti şimdi neyi, kimi?

Az önceki şeyi o görmemiş miydi?

Zaman ÇiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin