Öncelikle hepinizden çok özürdiliyorum... Suçluyum biliyorum, ne derseniz deyin gıkımı çıkarmam. İsterseniz kafama silah dayayın, haklısınız ne diyeyim. Mazaret değil ama en azından aylarca yazamamamın sebebi olarak ilk başa sınavı koyuyorum. Her öğrencinin vazgeçilmez çilesi: SINAV!!! Aslında size sınav bitimine kadar idare etmeniz için uzun bir bölüm yazacaktım ama kader, bu seferde bilgisayarım bozuldu. İkinci madde:BİLGİSAYAR BOZULMASI... Aylarımı bilgisayar tamiri için babamı ikna etmeye harcadım. E zaten internet sıkıntımda vardı. Birde bu bölümü ya dördüncüye yada beşinciye yazıyorum. E insan sıkılıyor tabii. Azıcık tembelim de :) Bu bölümde çok uzun olmadı ama çok güzel yerinde kesince devam etmeye kıyamadım. Yokluğum boyunca bana mesaj atanlara çok çok çok teşekkür ediyorum, hatırlanmak güzel. Ve tekrardan özür dileyerek hikayeyle aranızdan ayrılıyorum. İyi okumalar...
-Pergison
Büyük, koyu kahve renginde, iki metreyi geçen bir boyu ve insanların kolaylıkla geçebileceği eni olan bir kapı.
Az önce anlatmış olduğum bacaklarımızı uyuşturacak kadar önünde beklediğimiz Rüzgar'ın kapısı. Ve söylememe gerek varmı bilmiyorum ama bekliyoruz. Tekrar ediyorum; BEKLİYORUZ!!!
Begüm sinirden ellerini kemirme noktasına geldiğinde Begüm'ün tüm sinirini geçirebilecek bir yakışıklı kapıyı açtı: TOLGA... Begüm olabildiğince sevimli olarak merhaba dedi. Halbuki az önce kapıyı açtıklarında onların ağızlarına bir takım boşaltımlar yapacağını söylemişti. Bu kısmı açamıyorum çünkü terbiyeliyim.
İçeri girdiğimizde kendimi at gibi hissettim. Engelli koşu yarışındayım ve önümde bana yol gösteren Tolga'ya ulaşmak isteyan sahibim arkadan bana baskı yapıyor. En sonunda salona ulaştığımızda üçlü kırmızı koltuğun üzerinde oturup bacaklarını önündeki sehpaya uzatmış durumdaki Rüzgar'ı ve başını koltuğunun kollarından birine dayayıp bacaklarını Rüzgar'ın üzerine uzatmış Yağız'ı gördüm. Tolga'da kendini iki kişinin rahatlıkla oturabileceği lakin esasen tek kişilik olan lacivert koltuğa attı. Bizde ayakta beklemeye devam ediyorduk. Her ne kadar bu yaptığımız kibarlıkmış gibi görünsede aslında oturacak yer kalmadı. Bir kaç daki onların boş boş televizyona bakmalarını izledikten sonra Begüm hiç bir yakışıklının böyle dikilmeyi affettirmeyeceğini anlamış olmalı ki kendinden emin konuşmaya başladı.
-Temizlik eşyaları nerede? Bize onların yerini söyleyin birde üzerimizi değiştirebileceğimiz bir oda. Sonra televizyonunuza dönersiniz. Hı?
Üç kafadar gerizekalı gözlerini televizyonundan ayırmamaya yemin etmiş gibiydiler. En sonunda Bay Salak -ki kendisi Rüzgar oluyor.- bize koridorun sonunda bulunan odada her istediğimizi bulabileceğimizi söylediğinde çantalarımızı alıp odaya yöneldik. Uzun ve dar koridorun sonundaki kapıya yöneldik. Nedeni bilinmez bir şekilde feci derecede moralim bozuldu. İçeride yatak, dolap, çalışma masası ve çok sayıda koli olan odaya girdiğimizde Begüm'de bunu farketmiş olmalı.
-Bir şey mi oldu?
-Yoo... Niyeki?
-Bilmem Rüzgar'ı görünce moralin bozuldu sanki.
-Büyük ihtimalle o tipsizi görmüş olmamın sonucu olarak midemin verdiği bir tepki.
Begüm çantasından kıyafetlerini çıkarırken güldü.
-Yani Rüzgar'ın yüzüne bile bakmamasıyla hiç bir ilgisi yok. Peki, sen bilirsin. Ayrıca tipsiz deme gerizekalı, çarpılacan.
Begüm böyle söyleyince "Amaaaan, en iyi arkadaşımdan mı saklayacağım?" diye düşünmedim değil. Ama sonra içimdeki feminist Armina "Neyi saklıyorsun? Senin sadece Rüzgar'ı gördüğün için miden bulandı o kadar." dedi. Ve bir kez daha Rüzgar'a küfredip kıyafetlerimi giymeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğa Altı Varlık Armina
HumorSaçlarım, hani Perwolle yıkamadığınızda siyah tişörtünüz ilginç bir renge girer ya sonunda toz bezi olmaya mahkum olurlar, hah işte benim saçlarım o renk. Gözlerim ise kahverengi. Ama nasıl kahverengi; sütlü kahve rengi gibi değil, ceylan gözlü gibi...