"1. Bölüm"

26.8K 764 353
                                    

Martılar... Ne güzel uçuyorlardı. Peki, bu kulakları sağır eden bağrışmalarının sebebi neydi? Neydi onları bu derece içten bir isyana iten? Bu engin deniz onlarındı. Kanatlarının arasına aldıkları uçsuz bucaksız gökyüzü de öyle... Neticede, her kanat çırpışları özgürlüğe değil miydi? İnsan en çok ne zaman bu kadar özgür olabilirdi?

Severken mi?

Ağlarken mi?

Gülerken mi?

Yoksa...

Ayrılırken mi?

                          + + +

Mısra, masada süren tatsız muhabbetten sadece bir an sıyrılabilmişti. Yanı başındaki denizin üzerinde seyir eden martıları izlerken, hayatının belki de en acı zamanından bir anlığına da olsa kopabilmişti fakat sevdiği adam buna müsaade etmiyordu.

"Mısra! Mısra, ne olur bir şey söyle! Konuş lütfen!"

Genç kızın ufalan gözleri ufuktaki bir noktaya ilişti. İsmini haykıran bu ses ona hiç bu kadar yabancı gelmemişti. Belki ismini telaffuz edenin sesindeki soğukluktu ona bu hissi veren belki de o kişinin yaklaşık yarım saat önce onun için artık bir yabancı olmayı teklif etmesiydi, bilemiyordu. Oysaki o, yıllarını vermişti bu kadife sese. Bu ses, onu kendine âşık etmişti. Erdinç! Bundan sonra bu ismi bir daha söyleyemeyecek miydi? Unutmalı mıydı? Bunu mu demek istiyordu? Her şey bir anda unutulur muydu? Hâlbuki geçen zamanda unutulmayacak ne çok şey yaşamışlardı.

Kınayan bakışlarını denizden çekip karşısındaki adama dikti. İpek kravatını, yakaları kolalı mor gömleğinin etrafına yine özenle bağlamıştı... Mor renk, bir erkeğe ancak bu kadar yakışırdı ve gri takım elbisesiyle müthiş bir uyum içindeydi. Bu takımı, geçen yılki yıl dönümü yemekleri için birlikte seçmişlerdi. İlişkilerinde, her yılın ayrı bir rengi vardı. Geçen senenin rengi de griydi. Bir saat önce, Erdinç'in üzerinde bu takımı gördüğünde çok başka bir beklentiye girmişti. Bugünün özel bir gün olduğunu ve nihayet yıllardır süren ilişkilerinin mutlu bir şekilde sonlanacağı beklentisiyle dolup taşmıştı. Fakat ne yazıktır ki o, sürprizli bir evlilik teklifi beklerken şu an karamsar bir ayrılıkla ödüllendiriliyordu.

Erdinç'in parmakları önündeki ince belli bardağın etrafında daireler çizerken Mısra'nın boş boş bakan gözleri oraya ilişti. O elleri seviyordu, hep sevmişti. İnce uzun parmaklarını, bakımlı tırnaklarını, yumuşacık, bembeyaz tenini, o ellerin vücudunda bıraktığı hissi...

Lanet olsun!

Hissettiği huzursuzluk öyle bir noktaya gelmişti ki Erdinç'in yüzünü yumruklamamak için kendini zor tutuyordu. Çareyi ellerini birbirine kenetlemekte buldu.

"Bakma öyle Mısra... Bağır çağır, bir şeyler söyle ama öyle bakma!"

Nasıl bakıyordu ki? Ya da nasıl bakması gerekiyordu? İğreti bir şekilde tebessüm etti. Şu an verebildiği en sahici tepki buydu.

"Konuşsana Mısra!" dedi Erdinç. Her zaman çok konuştuğundan yakınırdı oysa. Mısra, onun bunu bir gün bu kadar içten söyleyeceğini tahmin edememişti. Konuşmalıydı. Bir şeyler söylemeliydi ama ne? Mısra, işte bu noktada takılıp kalmıştı.

Mısra güçlüydü. Her ne kadar o an midesine vuran kramp buna izin vermemekte ısrar etse de o güçlüydü. En azından şu an öyle olmalıydı. Hayatının beş yılını feda ettiği bu adamı dimdik bir şekilde yolcu etmeliydi. Ani bir refleksle irkildi. Bugün için özenle seçtiği mini eteğinin uçlarını toparladı, duruşuna ekstra bir güven yükleyerek doğruldu. Ellerini masanın üzerinde birleştirip, boğazına kadar gelen hıçkırığını yutkunarak, "Neden?" dedi. 'Neden?' Tek söyleyebildiği buydu.

MASUM BİR BEBEK(Yeniden)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin