4.BÖLÜM

542 236 150
                                    

2017 Eylül İstanbul

Bazı akşamlar vardır insanın hayalini ve aklını kavuran, ıssız ve kaygısız bir yoldan geçip bir kalabalığın ortasında olduğunu hissedersin mesela. Sonra bir anda içine düşüp alıştığın o kalabalık, yalnızlığını özletir sana. Hayat böyledir işte. Tıpkı bu bazı akşamlar gibi.
Tuna'nın akşam sahnesi vardı. Havanın karanlığı yavaşça çöküyordu. İnsanlar bar'a gelmeye başlıyordu. O ufak kalabalığın içinde Tuna, Buse, Ceren de vardı. Bu üç kadın, günün herhangi bir saatinde 90'lar partisine katılacak bir grup kız görüntüsündeydiler. Tarzları ve yaklaşımları 90'lardan esintilerle yoğrulmuştu. Ceren ve Buse boyları uzun okulun voleybol takımında yer alan kızlardı. Ceren mavi gözlü, uzun boylu, beyaz tenli alımlı bir kadındı, hayli makyaj yapardı. Buse ise Ceren'e göre kısa ama normal kadınlara oranla uzun bir kadındı, ela gözleri vardı esmer ve doğal bir kadındı. Tuna ise kısacık boyu, yeşil gözleri ile aralarında tatlı bir çocuk gibi görünüyordu. Kumral saçlarının perçemlerinin altından, yeşil gözleri ile tüm dünyaya bakıp anlamaya çalışırdı hep.
Mithat ağabey ile karşılaştılar. Oturup sohbet edildi. Aç karınlar doyuruldu. Akşam için hazırlığına geçti Tuna.
Eski bir pavyon'dan bozma, akustik bir bar'dı. Mithat ağabey İzmir ve İstanbul'da pavyon işleten bir adamdı. Aradan zaman geçince sektör ve olayların da seyri ile Bar işlerine girmişti...Tuna tek başına sahne alıyordu. Bir tane kırık gitarı vardı. Bazen notaların kaymasına sebep olurdu. Ama Tuna vazgeçmez çalmaya devam ederdi. Siyah, kırık, buruk bir gitardı. Tıpkı Tuna'nın hayatı ve kalbi gibi. Belki de bu yüzden bu gitarı çalmaktan asla vazgeçmiyordu.
Dinlemeye gelen ziyaretçiler de olağanüstü bir konser dinlemeye gelmedikleri için çok umursamazlardı. Bir iki popüler şarkıyı akustik dinler, giderlerdi.
Tuna hazırlanmaya gidince, Buse ve Ceren Mithat ağabey'i aralarına alıp ufacık sahne sürprizlerinin planını anlattılar. Mithat ağabey kimseye iyi kötü faydası olmayan bir adamdı. Öncesinde biraz mızıldanır gibi oldu ama sonunda kabul etti. Kızlar ayarladıkları pastanın hangi saatte nereye geleceğini, Tuna'nın hangi şarkısından sonra ya da hangi arasından sonra yapılacağını ayarladılar.
Dışarıda İstanbul tüm yaz beklettiği yağmuru yağdırıyordu sanki. Ona rağmen insanlar mekâna gelmeye başlamışlardı. Yavaşça geliyorlardı. Tuna en güzel şarkılarını sonraya saklayıp söyleyecekmiş gibi standart diye nitelendirdiği şarkılarını söyleme başlamıştı. Üç beş bar taburesi olan, Turuncu ışıklarla doldurulmuş, uzun bir bar'ı olan mekanda o güzel sesinin naifliği ile Tuna kendisini iyi hissettiği müziği yapmaya çalışıyordu. Edebiyat öğrencisi idi. Müzikle alaylı ilgileniyordu. Babasının yıllar önce ona piyano ve gitar öğretmesi ile başlayan serüven, Tuna'nın caz müziği ile tanışmasıyla hayat bulmuş ve yıllarca sürecek olan müzik tutkusunu ruhuna aşılamıştı. Babasıyla olan sorunlarını bile babasının ona öğrettiği müzik ile çözmeye çalışıyordu. Hayatı boyunca tek tutkusu olmuştu. Daha da ileriye taşımak adına okulunu bitirdikten sonra yurtdışına müzik eğitimi almaya gidecekti. Aklında tek bir ülke vardı. Belçika'ya gitmek orada Uluslararası bir okulda müzik eğitimi almaktı. Hayatında şu an yaşadığı ve daha önce yaşadığı her şeye bu yüzden katlanıyordu. Yorgun, kırgın, bıkkın bir kadındı. Ama hiçbir şey onu tutkularından vazgeçirmiyor, aksine yaşadığı her duygu onu tutkularına ve hayata karşı biraz daha olumlu kılıyordu.
Tuna, ah bu ben, yani olmuyor, bu su hiç durmaz, med cezir , telli turna, fırtına , yerine sevemem, be adam, Arnavut kaldırımlar, çember ,sil baştan, tükeneceğiz gibi türk müziğinin romantik ne kadar güzel şarkısı varsa akustik versiyonları ile sahnesinde söylüyordu. Özellikle vazgeçemediği de 90'lar konseptiydi. 90'ların vazgeçilmez tüm şarkıları vardı repertuvarında.
Tuna, yoğunlaşan kalabalığı görünce gözlerini kapatarak şarkılarını söylemeye başlamıştı. Tuna'nın Oğuzhan ile ayrılığından miras kalan bir sosyal fobisi vardı. Son zamanlarda oluşmaya başlamıştı. İnsanlar içinde olan Tuna için ise oldukça sıkıntılı bir durumdu. Sürekli sahnedeydi ve sürekli insan içindeydi. Artık zorlanmaya başlamıştı. Yavaş yavaş kendisini bu sosyal fobi'nin krizlerine bırakıyordu. Şimdi de o anlardan birindeydi. Ya ufak çaplı bir gerginlik yaşayacaktı ya da gözlerini kapatıp kendisini sahnenin güzelliğine, müziğin tınısına bırakacaktı.
Mekânın gürültüsü iyice artmaya başlamıştı. Kızlı erkekli koca bir grup içeriye girdi. Müzisyen oldukları belliydi. Ellerinde enstrümanları ile en kalabalık masa olarak mekanı doldurdular.
Tuna'nın ise arkadaşları da işte tam bu anda o güzel sürprizi yaptılar.
Tuna gözlerini kapatmış şarkılarını söylüyordu. En sevdiği şarkı olan "İhtimallerin heyecanına üzülüyorum" şarkısını söylerken, üzerinde, mutlu yıllar tabure üstünde unutulmuş kedi yazan koca bir pasta Tuna'nın sahnenin önündeki taburesinin üzerine bırakıldı. Gözleri kapalı olan Tuna, nakarat'a geldiğinde gözlerini açtı ve önündeki pastayı görünce yüzüne ufak bir tebessüm yayıldı. Kafasını kaldırıp kızlara baktı, ışık ışık parlayan o yeşil gözlerini kızların üzerinde topladı. Çok mutlu olmuştu her halinden belliydi. Annesinin intiharından beri doğum günlerini kutlamıyordu. Daha doğrusu aklına gelmiyordu. O kötü günü anımsamak da istemiyordu.

Ama o geceyi özel kılan bir durum vardı. Bundan Tuna'nın bile daha sonra haberi olacağı bir durumdu. Erdem o gece oradaydı. O kalabalık müzik grubunun içinde Erdem vardı. Tuna şarkıyı bitirip pastanın üstünü okudu. O sırada Erdem'de çılgın kalabalıktan biraz uzakta Tuna'nın sözlerini mırıldandı.
Tuna: "Mutlu yıllar tabure üstünde unutulmuş kedi'm."
Erdem : "Mutlu yıllar tabure üstünde unutulmuş kedi'm."

***
Bölüm sonu

TABURE ÜSTÜNDE UNUTULMUŞ KEDİ (tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin