Hastanenin mayhoş kokusu ve damarlarımdaki narkoz üstümde sadece hastane elbisesi olsa da çok büyük bir yük varmış gibi hissettirmişti. Aklımın bulanıklığı ve sesleri ayırt etmeye çalışırken dinlenmeme izin vermeyen beynim işleri benim için daha da zorlaştırıyordu. Gözlerimi aralamak zorunda olduğumu biliyordum ama yapabilecek gücü kendim de bulamıyordum.
Gözlerimi araladığımda ise tek yapmak istediğim tekrar kapatıp uyumaya devam etmekti. Güneş ışığı hiçbir zaman bu kadar parlak gelmemişti. "Lalisa..." ismim tanımadığım bir ses tarafından telaffuz edilince korku içimi sardı. Neredeydim ben? Güneş'in bu kadar parlak hissettirmesine sebep olacak bu bembeyaz oda neresiydi? "Tatlım uyanmalısın. Herkesi oldukça beklettin zaten."
Tanımadığım ses beynimin daha fazla düşüncelerle dolmasını sağlıyordu cevap olarak daha sıkı kapattım gözlerimi. Tek istediğim daha önce ne yapıyorsam ona devam etmekti sadece sessizliğe ve karanlığa ihtiyacım vardı. "Biraz daha dinlense iyi olur." Başka bir kadın sesini daha duymamla kalbim daha hızlı atmaya başladı. "Mona ailesi dışarıda harap oldu, onları içeri çağırıyorum. Doktor elimizden geleni yaptığımızı bundan sonra bütün sorumluluğun bu küçük hanımefendi de olduğumu söylemişti zaten."
Daha genç olan sesin asiliğinde kendimi hatırladım. Adım sesleri uzaklaştı ve bir el kahküllerimi düzeltti. "Merak etme amor bütün sorumluluğun sadece sana ait olmadığını, yalnız olmadığını üç hafta boyunca bütün hastane gördü. Gençlik... Neyse ki bir hayat daha yaşamın en dolu yaşlarını kaçırmayacak." Eli son bir kez elmacık kemiğimin üzerinde gezindi ve sıcaklığıyla beraber benden uzaklaştı.
Kapının açılma sesini ve aceleci adım seslerini işittim. "Ahh güzelim..." Annemin kısılmış sesi bütün korkumu unutturup gözlerimin fal taşı gibi açılmasına sebep olmuştu. Konuşmak istiyordum, annemin kollarında güvende hissedene kadar ağlamak istiyordum. Bana her şeyin yolunda olduğunu söylemesine ihtiyacım vardı çünkü işe yaramayan uyuşmuş beynim hiçbir şekilde yardımcı olmuyordu. Annem yatağımın yanı başına çömeldi ve yüzünü benimkiyle aynı hizaya getirdi. Yutkunup dudaklarımı ıslattım zar zor bir şekilde "Anne ben..." diyebildim. Sesimi duymasıyla daha hiddetli ağlamaya başladı tekrar ağzımı açmaya çalıştığımda ise, "Yorma kendini kelebeğim, yorma... İyisin. İyisin ve tek önemli olan bu."
Gözlerim bana acı veren güneşe alışabilmişken etrafa bakmak istedim. Bembeyaz odaya tezat oluşturacak şekilde karşımdaki masada çiçekler duruyordu en baştakiler kurumuştu ve sola doğru ilerledikçe leylakların capcanlı renkleriyle karşılaştım. Jennie... Okul çıkışı eski evlerinin önündeki leylak ağacına çıkar ve her gün birer tane alırdık. O benim çocukluğum kokusunun, renginin sümbül olduğunu ve özlemle dolu olduğumu biliyordu. Karşımdaki renkler ve yüzümdeki gülümseme onun eseri olmalıydı.
Bakışlarımı kapıya çevirdim. Bambam, Baekhyun, Kai ve kızlarla karşılaştım. Hepsi yan yana dizilmişti. Baekhyun'un yüzündeki munzurluk yerini sadece içten bir gülümseye bırakmıştı. Chae ve Jisoo harap haldeydi. Jennie'nin yüzünde ise kocaman bir gülümseme yanaklarında ise kurumuş gözyaşları vardı. Bir eli Jisoo ve Chae'la birleşmiş diğer eli ise Kai'nin avuçlarının içinde duruyordu.
"Kızlar..." konuşmanın verdiği o boğazımın yanma hissiyle gözlerimi kıstım. Jisoo öne atıldı ve "Şşş sorun değil bebeğim." Dedi ve annemin olmadığı diğer tarafıma gelip aynı annem gibi çömelip diğer elimi avcunun içine aldı. Elimden geldiğince gözlerine bakıp gülümsedim. Mimiklerimi oynatırken bile bu kadar zorlanmasaydım. Ona iyi olduğumu daha fazla ağlamaması gerektiğini söylerdim.
Annemin arkasında birileri belirdi. Siyah kapüşonlu olan nefesini tutmuş çocukla gözlerim birleşti sanki her an tetikte duruyordu. Yorgun olduğunu gözlerinin altındaki mor halkalardan ve düşmemesi için turuncu saçlı çocuğun elini omzuna dayamasından anlayabiliyordum. Annem gözlerini o çocuğa çevirdi rahatlatmak istermişçesine elini tuttu. Arkadaşlarımın yüzleri üstünde gözlerimi gezdirdim hepsi gözlerindeki ışıltıyla ona bakıyordu. Herkesin gözlerini ışıltacak bu sima bana neden tanıdık gelmiyordu. Annem onu elinden tutup bize doğru çekti. Sanki adım atmayı unutmuş gibi savsakladı gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu. Destek olan turuncu saçlı çocuk ise derin bir iç çekip bana gülümsedi.
Annem yerinden kalkıp "Gel buraya Jungkook." Dedi ve yüzündeki destek verici gülümsemeyle yerini ona bıraktı. Sanki yakınımda olmasına ihtiyacı varmışta annem de bunu ona sağlıyormuş gibiydi. Annemin güvenli elinden uzaklaşıp yine bir bilinmezliğe yaklaştığım için nefesimi tuttum. Şu an karışık olan her şeyden uzaklaşmak istiyordum. Yüzünü benimkiyle aynı hizaya getirdi. Konuşmaya başlamadan önce tereddütlü bir şekilde alt dudağını ısırdı. Biliyordu ona karşı olan yabancılığımı yanındaki rahatsızlığımın farkındaydı benim için hiçkimse olduğunu hissettiğini gözlerinden okuyabiliyordum.
Yabancı yüz hatlarına sahip bir insanın gözlerini okuyabiliyordum. "Tek istediğim gözlerini açabilmendi. Beni hatırlamıyorsun biliyorum sevgilim ama nefes alıyorsun ve benim dilediğim tek şey buydu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perfect For You| liskook
FanfictionBenim sevgilim neşelidir, cenazedeki kıkırdayandır, insanların bunu hoş karşılamadığını bilendir. O kendini unuttuğunda hatırlatmam için tanrı beni görevlendirdi. *Liskook hayran kurgusudur. *22.01.19