Tüm varlığıyla ortaya dökülmeyenler, meydanda apaçık görünenlerden daha büyülü bir gerçekliğe sahip gibidir. Bu tıpkı herkesin gözü önünde intihar edenlerin kurtulmayı ne kadar arzu ettiklerine benzer. Öyledir, ayan beyan intihar edenler, kurtarılmayı beklerler.
O günü, Ömer'den aldığı müjdenin şaşkınlığı ve ferahlığı sayesinde kadife yumuşaklığında geçmişti. İlgisiz görünmeye çalıştığı hâlde durup durup Zühre'nin bahsini açmış, saatlerini yapsa dahi onun bundan nasıl haberi olacağı sorusunu endişeyle yüzeyde tutmuştu, aklına teyzesi Nermin'in evine gitmeye varıncaya kadar türlü yollar getirmişti. Kızıyordu da Zühre'ye, madem saatleri bırakmıştı, saatlerin yanına niçin bir adres, numara iliştirmeyi akıl etmemişti yahut hiçbir tarih belirtmemişti? Nazlı kızgınlığı, içine yayılan sıcaklığı daha da artırmıştı. Bozulan saatlerini saatçiye getirmesi elbette doğaldı fakat Cahit bu işte farklı bir maksat olduğunu kestiriyor, Zühre'nin düşüncesine nesne olmaktan gurur duyuyor, sırf bunun için ellerine sarılıp binlerce kez teşekkür etme isteğiyle dolup taşıyor, ardından hayalindeki o elleri çaresiz bir tutarsızlıkla itiyordu. Kurtulmayı amaçlayıp mektubu saatler önce dalgalara fırlatarak aslında daha sıkı tutunmuştu Zühre'ye, ne olurdu yolları ve cümleleri bütünüyle kesişebilseydi?
Bunu kabullenmek istemese de bunca zaman durağan bir mutluluk çabasına dört elle sarılmış vaziyetteydi. Hayatının son dönemi silikçe kutuplaşmıştı, çok kez beklenti hâlinden uzaklaşmak, arınmak, sadece ve sadece kendine kalmak da istedi. Ortalık temizlendiğinde en sahici ışıltılara sahip olanla karşılaşacağına inanıyordu ve bunun boş bir avuntu olmamasını içten içe diliyordu. Belirsizlik canını sıksa da bilmekle daha çok boğulacağı şeyler varken kendine neden eziyet edecekti? Korkusu, iyice donup hiç çözülemeyecek bir buz kütlesi durumuna geçmekti, olur da hiçbir ateş filizlenip yakınlaşmazsa karışıp gitmekti buzullara.
Dükkânın kapısında dikilmiş, akşamın gökten inen kokusuyla birlikte sokağı izlerken iki yaşlı adam ağır adımlarla yürüyerek iştahlı bir konuşmaya dalmıştı. Biri hiddetle "Bir eliyle veriyorsa iki eliyle alıyor, nereye kadar gidecek." deyince öbürü çaktırmadan etrafı kolaçan etti, meyve poşetlerini taşırken zorlandığını gösterircesine iki yana sallandı. Başka bir tarafta iki adam selamlaştı, biraz daha genç olan "Aleykümselam Mehmet Abi." diye karşılık verirken adımları nedense sabırsızdı. Cahit, sokağı izliyordu izlemesine, önünden geçen her insana güya dikkatle bakıyordu ama olanları bitenleri göremiyordu çünkü fikirleri ve hisleri yüzünü o yağmurlu geceye dönmüştü. Karanlık, bir kalıp gibi çökmekteyken ekimin son yağmur damlaları dökülüyordu, işte tüm koşullar o geceye hizmet ediyordu. Gözlerini kapatıp iyice yoğunlaştı.
"Hop!"
Hınçla açılan gözleri Ömer'i görünce uysallaştı. "Abi ödümü kopardın ya."
"Seni daha beter korkuturdum da..." Gevrek gevrek gülüyordu. "Sana bir şeyi demedim ben."
"Hayrola, neyi demedin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgârınla Kal
General FictionGüneş batıyordu. Deniz çekiyordu içerisine büyük ışıltıyı, alizarin rengini alıyordu gök. O rengin içerisindeydi adam; zihni denizin tuzuna hapsolmuş, gölgesi dalgalara iltica ediyordu. Gün oldu, bir rüzgâr doğdu kısır topraklarında. Mucizesi o kadı...