Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Keyifli okumalar!
***
Çok düşünmekten nefret ederdim.
Çok düşünmek kafa karıştırırdı ve beraberinde cevaplanması zor sorular getirirdi. Ve ben bana sorular sorulmasından ya da cevaplanması gereken sorulara sahip olmaktan nefret ederdim.
Fakat bazen düşünmek gerekiyordu, sorgulamak. Bir şeylerin farkına varmak ve cevaplara ulaşmak gerekiyordu.
Min Yoongi nasıl olmuştu da beni kurtarmak için orada olmuştu?
Buna kader demek istemiyordum. Buna kader deyip ikimizin arasındaki bu şeye büyük anlamlar yüklemek istemiyordum ancak yaşanılan şeyin sadece bir tesadüf olarak adlandırılamayacağını da düşünüyordum.
Aklım karmakarışıktı. Tonlarca ses zihnimde cirit atıyor ve bana asla bir cevap vermemekle birlikte sadece başımı ağrıtıyorlardı.
Min Yoongi ise geldiğimiz hastanede alındığımız odada, çoğunlukla nefret ettiğim ellerimi kavramış; sanki çok ilginçlermiş ve ilk defa görüyormuş gibi inceliyor, soğuk parmaklarıyla onunkilere nazaran sıcak kalan parmaklarımı okşayıp ara sıra da avuç içlerime işaret parmağıyla daireler çiziyordu.
Neden böyle bir şey yaptığına bir anlam veremesem de, tarif edemeyeceğim şekilde güzel ve sıcak hissettiriyordu. Yine de aklımı toplayıp, ona sormam gerekenleri sormak için avuçlarımı okşayan parmaklarını durdurup, parmaklarımızı iç içe geçirip ellerimimizi birbirine kenetledim. Bakışları önce iç içe geçmiş ellerimize, ardından yüzüme çıktığında "Bay Min," dedim, yutkunarak. "Orada ne işiniz vardı?"
Düşünmek istemiyordum. Yapmam gereken en önemli şey düşünmekken ben düşünmek istemiyordum. Üstümde, tüm sorumluluklarından kaçan bir çocuğun korkaklığı vardı. Aklımda dönüp dolaşan sorulara bir cevap bulmalıydım.
İlk günü düşünüyordum, şirkete adım attığım ilk günü. Benimle tanıştığı sırada kurduğu aşırı yakınlığı. O an, Min Yoongi'nin yavşak bir heriften başka bir şey olmadığını düşünmüştüm. Ancak devam etti. İmaları, yakın temasları, tahrik edici cümleleri devam etti. Cesur sözleri üzerime çullanmaya, dudakları dudaklarıma kapanmaya devam etti. Bunların hepsinin bir cevabı olmalıydı. Min Yoongi basitçe yavşak herifin teki olamazdı. Böyle düşünüyordum. Böyle olduğuna inanmak istiyordum. Gerçeğe ulaşmak içinse sormam, sorgulamam lazımdı. Bu soruların cevapları, beni çıkmazdan kurtaracak cümlelerin hepsi, onda saklıydı. Yapmam gereken tek şey dilimin bağını çözüp beni korkutan, strese sokan, gerilmemi sağlayan ve bazen diken üstünde hissettiren sorularımı Min Yoongi'ye sorup hepsini açıklığa kavuşturmaktı.
Ama dedim ya, çok düşünmekten ve sorulardan nefret ettiğim gibi üzerimde de kolayca çekip atamayacağım bir korkaklık vardı.
Ta ki, şu ana kadar. Her ne kadar iyi olduğumu söylesem de, Min Yoongi'nin ısrarlarıyla alındığım hastane odasında, dakikalar önce çekilen tomografinin sonuçlarını beklerken dilimin ucundaki düğümlerin teker teker çözüldüğünü; beni boğan ve sık sık kaçmak istememe sebep olan soruların tek tek dilimin ucuna doluştuğunu hissediyordum.
"Seokjin'in bana yemek sözü vardı." dedi gözlerini bir kez bile kıpırdatmayıp öylece gözlerime bakarken. "Kazanın gerçekleştiği caddede bulunan bir yere götürüyordu beni. Tamamen tesadüf."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 Rings // Yoonmin
FanfictionMin Yoongi beni görmüştü, istemişti ve almıştı. Şimdi ise beni yakıyordu ve sonrasında küllerimden tekrar doğuruyordu. ** #15 in yoonmin