Hayatımızda yaptığımız tüm şeyler etrafımıza ya yarar veriyor ya da büyük bir zarar. Ama hiç kimse bilmiyor, bizde ne etki bırakıyor?
***
"...sonra kaykayını havaya kaldırdı ama yetişemedi. Bir anda yere kapaklandı."
"Kız ne yaptı?"
"O da gülmemek için kendini bayağı zorladı. Ama en sonunda bastı, kahkahayı. O günden sonra çocuktan haber alınamıyor. Herhalde okulunu falan değiştirdi."
Arda okuldaki o 'ergen' günlerini anlatırken, gülmekten karnımıza ağrı girmişti. Aramızda bizim kadar komik bulmayan bir kişi vardı, o da annemdi.
"Bir sorun mu var, anne?" diye sessiz bir şekilde sorduğumda, "Hayır, ne sorun olabilir ki?" diye bir cevap almıştım. Tam konuşacakken araya giren telefon sesi, annemden geliyordu. Meşgule atsa da, birkaç kez daha telefon çalınca en sonunda açmak zorunda kaldı.
"Sanırım buna bakmam gerek." diyerek salona doğru ilerledi. Bir şeyler vardı. Şüpheleniyordum. Ama öğrenmek için doğru zaman değil biliyordum, bu yüzden Arda ile Hazal'ın konuşmasına dahil oldum.
Sıkıcı olan muhabbetten ayrılırken, işe gitme vaktinin de geldiğini fark ettim. Salona girdiğimde, annem konuşmasını yeni bitiriyordu.
"Sorun yok ya..." diye söylediğim yarım cümlem soru sorar gibi çıkmıştı.
"Hayır, tatlım. Her şey yolunda... Önemsiz bir konuşmaydı, işte."
"Pekala...işe gitsem iyi olacak. Görüşürüz!"
"Görüşürüz."
Ağustosun son günlerini yaşasak da, yazın son günlerinde değildik, bence. Kavurucu sıcağı tenime işleyen güneş, gökyüzünden kolay kolay ayrılmayacak gibiydi.
Otobüs durağına vardığımda, gelen ilk otobüse binmiştim. Yolculuk sonunda kitapçıya vardığımda elinde Dawn Brown'un Cehennem kitabıyla bir köşede oturan, Mahmut Amca'yı bulmuştum.
"Günaydın!" dememle ayağı kalktı ve "Ben de seni bekliyordum. Faturaların son günü gelmeden yatırmaya gidiyorum. Burası sana emanet!" dedi.
"Tamam. Ben ilgilenirim." dedikten sonra kasadan bir miktar para alıp, gözden kayboldu. Ben ise elime çoktan bir toz bezi almış rafları silerken, içeriye bir erkek girmişti. Ben onu fark ettiğimde, sırtı bana dönük bir şekilde kitapları inceliyordu. Yüzünü göremesem de saçları kıvırcık ve kahve rengiydi. Bu özellikler bana birini hatırlatsa da, çıkartmam için yardımcı olmuyordu.
Bir süre sonra tekrar ona doğru baktığım da; raflarda bir yukarı, bir aşağı bakıyordu. Yeri geldiğinde de çömelip en aşağı raflardaki kitaplara göz atıyordu. Bu halini görünce gülümsemeden edemedim. Bu görüntü dünyanın en harika görüntüsüydü, bence. Bu bir iş telaşı değildi. Bir yerlere yetişmek için yapılan bir eylem değildi. Bu hayatın tüm gerçekliğinden uzaklaşıp, kendi gerçekliğine ulaşmaktı. Ve bunu sadece okuyanlar bilirdi.
Nihayet bir kitap seçtikten sonra bir kez daha raflara göz gezdirdi ve elindeki kitapla yüzünü bana döndü.
"Bu yazara ait başka kitaplarınız var mı?"
Yüzünü şimdi çok net gördüğümde kaşlarım çatılmış, gözlerim fal taşı gibi açılmış olabilirdi. Zira karşımdaki kişi otobüs durağında kavga ettiğim kişinin olma ihtimaliyle karşı karşıyaydım.
"Bir şey sormuştum ama..." diye soru sorar gibi çıkan cümlesi, düşüncelerimden sıyrılmama yetmişti.
Nihayet, yanına geldiğimde -yüzüne bakmadan- elindeki kitaba odaklandım: Atilla Ilhan - Ben Sana Mecburum

ŞİMDİ OKUDUĞUN
-NUMARA-
Teen FictionBen çiçek toplardım baharda. Ellerim taşımazdı, kopardığım çiçekleri. Sevgim bir ışık, düşüncelerim çözümdü. Her şeye rağmen ayaktaydım; çünkü ben, ben idim. Güneş ilk dostum, ilk paylaşıcımdı. İşte ben, o zamanlar çocuktum. Zaman nedir, unuttum. Sa...