-Bölüm 3-

326 46 16
                                    

İçime bir öküzden çok fil, deve karışımı bir şey oturmuştu. Nedenini bilmiyordum ama üstüme 'asla giymem!' dediğim kıyafetleri giydiğim için olabilirdi. Ben böyle düşünürken Hazal'ın söyledikleri düşüncelerimin aksini iddia ediyordu.

"Nava! İnanmıyorum, sen harika olmuşsun." dediğinde ona en şaşkın bakışımı gönderdim.

Tüm kahvaltı boyunca Hazal'dan ses çıkmamış olabilirdi ama gözleri bas bas bağırıyordu. Bu bağırışlar şaşkınlık içerse de, gülümsemesini de eksik etmiyordu. Kahvaltı bittikten sonra çantamı alıp evden ayrıldım. Sanki tüm mahalle beni izliyor, gibiydi. Bunun nedeni üzerimdeki şeyler olabilir miydi? Durağa adımı atar atmaz otobüs gelmişti. İçerisi tıklım tıklım olsa da bindim, daha fazla beklemek istemiyordum. En sonunda önümdeki bir kadın inmek için koltuğundan kalktığında, onun koltuğunu hedef aldım. Yanımdaki uzun boylu adamın da aynı hedef içerisinde olduğunu fark ettiğimde, oyalanmadan koltuğa geçtim. Tek kelimeyle, zafer! Adama bakmadan çantamdan kulaklığımı çıkardığımda aklıma yine o ses gelmişti: "Alo?"

Neden bu kadar aklımı kurcaladığını, bilmiyorum ama sonuçta tanımadığım bir numarayı sürekli arayan bir tip değildim ve buna da alışık değildim. Sanırım, tüm nedeni bu! Hayatıma bir erkek ilk defa geçen sene mayıs sonunda girmiş, haziran başında çıkmıştı. Adının Furkan olması ile birlikte, pürüzsüz bir yüzü ve Bieber'ı andıran saçları vardı. Neden benimle birlikte olduğunu çözemesem de, neden ayrıldığını biliyordum: Kısa olan boyum. 1,60'lık boyuyla Emir Sarrafoğlu'yla beraber olan Feriha Yılmaz ile boylarımız aynı olsa da kaderimiz apayrı olmuştu. [1] Evet, doğru duydunuz; beni boyum için terk etti, tabi bu kelimeleri de söylemeden edemedi:

"Sen çok güzelsin ama...yani nasıl desem? Boyun benim için biraz kısa! Arkadaşlarım bu konuda biraz alaycı ve ben... Anlatabildim umuyorum. Üzgünüm."

Ve sonra gitti. O gittikten sonra ne mi oldu? Kendimi kaşık kaşık Nutella'ya verdim, salya sümük ağlaya ağlaya on üç kutu peçeteyi bitirdim, Doctor Who'nun tüm bölümlerini izlememe rağmen tüm sezonu iki kez tekrardan izledim; demeyeceğim tabi. Çünkü öyle bir şey yapmadım, sadece olanları izledim ve güvenmemeyi tekrar ve tekrar öğrendim. (Küçük bir not: Doctor Who önemli! )

Otobüsten gelen o garip kapı açılma sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Ne kadar süredir kulağımdaki kulaklıkla müziksiz bir şekilde oturduğumu bilmesem de, inmem için bir durak kaldığını biliyordum. Ve bu sefer kapıdan gelen o garip ses, benim inmem için ötüyordu. Otobüsten indiğimde doğruca kitapçıya doğru ilerledim. Aklımdaki tüm düşünceler silinmişti, sanki. Sadece günü nasıl geçireceğimi düşünmekle yetindim. Kitapçıya vardığımda Mahmut Amca'yı kasada görmemiştim. Büyük ihtimalle personel odasındadır, diye düşünerek çok üstelemedim ve elime toz bezini alıp her zamanki toz alma işine koyuldum. Birkaç dakika sonra personel odasından çıkan Mahmut Amca'yı görünce, düşüncemin doğru olduğu sonucuna ulaştım.

"Gelmişsin!" diyen Mahmut Amca'ya kafa sallamakla yetindim ve bu günün son iç açıcı konuşması olmuştu.

Neredeyse saat öğlen bire doğru geliyordu. Bugün nedense fazla yoğunluk vardı ve ben bu elbiselerle hiç de rahat değildim. Kendimi mağazalarda bulunan soyunma kabinine sığdırılmış fil gibi hissediyordum. Tamam, biraz abartmış olabilirim ama o an ki durumum tam da o fili andırıyordu, diyebilirim. Sonunda oturacak zamanı bulduğumda, çalmaya başlayan telefonumun zil sesi sanki beynimde kazı yapıyordu. Ekrandaki ismin 'Arda' olduğunu gördüğümde, aklımdan iki şey geçti: Birincisi, parası bitmiş ve beni aramıştı; İkincisi...

"Alo?"

"Abla, yine oldu! Bu sefer daha kötü... Çabuk gel! Ne yapacağımı, bilmiyorum! Aynı yerdeyiz."

-NUMARA-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin