Hani; bir şey olur, etrafındaki her şey silinir ve görebildiğiniz tek yer, tek bir yön olur ya... İşte ben de onu yaşıyordum. Tek bir yön görüyordum: Bir çift kahverengi göz.
Gözleri gözlerimin içindeyken, yüzlerimiz arasındaki boşluk tek bir hamleyle kapanabilirdi. Bunu fark edene kadar gözlerinin içindeki o duyguyu izledim: Hüzün. Gözlerinin içindeki hüzün bana gülümserken, onu hafifçe kendimden uzaklaştırdım.
"Sanırım gitmem gerek." diyerek kafamı yere eğdim ve hiçbir şey demesine izin vermeden oradan uzaklaştım.
Aramızda hiçbir şey olmamıştı. Olamazdı da... Henüz arkadaş olamamışken, arkadaşlıktan öteye gitmemiz yanlış olurdu. Üstelik, kafam bu kadar karışıkken...
Eve vardığımda kendimi doğruca odama attım. Yatağa uzandım ve olanları düşünmeye basladım. Acaba, öylece bırakıp gitmekle ayıp mı etmiştim? Belki de amacı öpmek değildi? Belki de sadece arkadaşçaydı, o bakışlar ve ilerisi asla olmayacaktı? Bana içini döktüğü halde, ben çekip gitmişti. Açıklama yapmaya hakkı varken, ardımda bırakmıştım.
Beynimi karıştıran tüm düşüncelerimi silmek isterken, benliğimi de silmek istiyordum. Belki de, küçük bir hafıza kaybı iyi gelebilirdi.
Düşüncelerimden kurtulamayacağımı anlayınca, elime telefonu alıp 'Bayım.' ı tuşladım. Telefon 'dittt' sesini kulaklarıma doldursa da, telefonunu açmadı. Sürekli aramalarımı cevapsız bırakması ben de şüphe uyandırsa da, kendimi uykunun kollarına teslim etmiştim.
***
"Nasıl öğrendiler?" diye sorduğum soru, Hazal'ı kafasını gömdüğü sıradan kaldırmıştı.
"Canım kardeşim, ağzından kaçırmış (!)."
"Ne dediler, peki?"
"Klasik modern aile konuşması yaptılar. 'Bizden bir şey saklaman çok yanlış, Hazal! Ayrıca en kısa zamanda arkadaşınla tanışmak istiyoruz.'" derken ailesinin konuşmasını yaparken, sesini değiştirmişti.
"Anladım." dedikten sonra kafamı sıraya koydum ve bir soru daha sordum.
"Ne zaman tanıştıracaksın, müstakbel sevgilini?" derken sırıtıyordum.
"Sevgilim olunca..." dediğinde ise kıkırdamaya başladım. Ardından teneffüsün verdiği huzurla yüzümü sıraya yapıştırdım.
Okulun ilk günü olmasına rağmen, ilk iki ders boştu. Kitaplarımız henüz verilmemişti -ki zaten işimize de yaramıyordu. Genellikle öğretmenlerin kaynak istemesi, onların görevini boş boş rafta durmak olarak değiştiriyordu.
Düşüncelerim ders zilinin çalmasıyla dön bulurken, çok geçmeden içeriye öğretmen girmişti. Sınıf toparlandıktan sonra, tahtanın önüne geçti ve kendini tanıtmaya başladı.
"Adım Tuğba Başaran. Bir aksilik olmazsa, bir yıl boyunca ingilizce derslerini birlikte işleyeceğiz. Her öğretmen gibi benim de bazı kurallarım var. Mesela..."
O anlata dursun, ben ise tahtaya boş boş baka durayım. Anlattıkların hiçbirini dinlememiştim. Ta ki "Hadi şimdi de sizi tanıyalım." diyene kadar...
"Adım Hasan..." diye kendini tanıtan en öndeki çocuğun sesi, heyecanlandığını belli ediyordu. "...soyadım Can."
"Ne olmak istiyorsun, Hasan?"
"Mühendis olmak istiyorum." derken gülümsüyordu. Ardından tekrardan öğretmenin sesi duyuldu.
"Çok güzel! Diğer arkadaşımıza geçelim."
Herkesi tek tek dinlemiş, sıra Hazal'a gelmişti.
"Adım Hazal Darıca. Ben de eczacı olmak istiyorum." dedi ve yerine oturdu. Sıra bana geldiğinde yerine oturdu. Ardından ben ayağı kalktım.
"Adım Hazal...Hazal Aydoğdu." dedikten sonra yerime oturdum.
"Peki, ne olmak istiyorsun?" dediğinde aklıma telefon arkadaşım gelmişti. Ama onun bende iz bıraktığı sorusu tam tersiydi. "Ne olmamak istiyorum?"
Tekrar ayağa kalktım ve aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
"Doktor."
Yerime tekrar oturduğumda kalanları dinlemeden kafamı sıraya koydum ve gözlerimi yumdum. Diğer derslerde de sorulan sorular ve verilen cevaplar aynıydı. Tabii benim de...
Dediğim gibi, son sınıf öğrencisi olmama rağmen aklımda bir meslek yoktu. Sanki hiçbir meslek, bana göre değildi. Hiçbir uğraş, bana uymuyordu. Ama okula ihtiyacım vardı. Sevmesem de ihtiyacım vardı. İleride kendi kendime kalacaktım. Bu yüzden okul bir hayal değil, hedefti benim için.
Bunları düşünürken tekrardan aklıma telefon arkadaşım geldi. Ne zaman arasam ya açmıyor, ya kapalı, ya da mesgule bırakıyordu. Buna rağmen ders bittiğinde tekrar arayacaktım.
Dersin bitmesiyle çalan zil, okulun bittiğini de gösteriyordu. Eşyalarımızı toparladıktan sonra Hazal'la vedalaştık. Burada yollarımız ayrılıyordu. Çünkü ben okuldan sonra kitapçıya çalışmaya gidecektim, o da eve uyumaya gidecekti.
"Çok geç kalma!"
"Çok uyuma!" dedikten sonra ikimizde ters yönlere ilerledik. Ardından elime telefonumu alıp "Bayım."ı tuşladım. Açması için umudum yoktu ama şaşırtıcı bir şekilde ilk 'dııtt' sesiyle açtı.
Her zamanki gibi sesizlik olurken, kalbimin gün güm atması sessizliği dolduruyordu.
"Selam." dediğinde ilk konuşmayı o başlatmıştı.
"Selam, bayım." dedikten sonra bir sessizlik daha çöktü. Bu sefer ki daha uzundu.
Beklemekten sıkılmıştım. Tam konuşacakken onun sesi duyuldu.
"Ben birisinden hoşlanıyorum."
Selam... Öncelikle geç bir bölümdü. Bunun için üzgünüm. Geç gelmesinin nedeni bölümü yazdığım kağıdı kaybetmemdir. Bu yüzden -sizi daha fazla bekletmek de istemediğimden- bölümü çabucak yazayım dedim. Kısa oldu, biliyorum. Kötü de olmuş olabilir. Kusura bakmayın.
Yine de oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-NUMARA-
Teen FictionBen çiçek toplardım baharda. Ellerim taşımazdı, kopardığım çiçekleri. Sevgim bir ışık, düşüncelerim çözümdü. Her şeye rağmen ayaktaydım; çünkü ben, ben idim. Güneş ilk dostum, ilk paylaşıcımdı. İşte ben, o zamanlar çocuktum. Zaman nedir, unuttum. Sa...