-Bölüm 8-

120 20 4
                                    

Yüzüstü bırakılmanın en iyi yolu, artık ne yapacağını bilmiş olmandır. Bense bunu gayet iyi biliyordum: Hiçbir şey olmamış gibi devam etmek. Ve ben de şu an oturmuş, hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ediyordum. Çünkü başka çarem yoktu.

Haftasonunun verdiği mükemmel tatille, okulların açılması arasında kalan o tek çizgi beni hayattan koparıp tekrar bağlıyordu. Ama bu bağ pek de güçlü değildi.

Boşanma duruşması bir günde iptal edilemeyeceği için duruşma gerçekleşmiş ama annemin boşanmak istemediğini duyan Hakim Amca, davayı kapatmış.

Fark ettiyseniz -miş'li geçmiş zaman kullanıyorum. Yani ben gitmedim, her şeyi Arda anlattı.

Her neyse... Ne yapacaktık? Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edecektik.

Odasından çıkıp salona giren Hazal, tüm dikkatimi dağıtmıştı.

"Telefonun nerede?"

"Niye sordun?"

"Pınar'ı arayacağım. Malum bugün RUTİN AİLE ZİYARETİ GÜNÜ olduğu için ve benim o saatte Hakan ile buluşmam olduğu için, beni oyalamasını söyleyecektim."

"Hatırlatırım,  senin de bir telefonun var."

"Şu aralar bakiyem, sıkıntı da olduğumu söylüyor da..." dediğinde derin bir iç çektim ve sehbanın üzerinde bulunan telefonumu, parmağımla işaret ettim. Telefonu alıp, yanıma oturdu ve telefonla uğraşmaya başladı. Ben de o sırada paketi kucağımda cipslerden birini ağzıma atmıştım.

"Pınar'ı ne diye kaydettin, bulamıyorum." dediğinde cips az daha boğazımda kalacaktı.

"Şey...kaydetmedim ki..." derken, tıpkı kitaplarda ki gibi bana göz devirdi. 

"Ama son aramalarda numarası var." dediğimde durumu kurtarmış olacağım ki, tekrar telefona daldı ve birkaç saniye geçmeden tekrar bana doğru baktı. 

"Bu kim?"

"Kim kim?"

"'Bayım.' diye kaydettiğin kişi, kim?" dediğinde bir öksürük daha bastı, beni. 

Kısa sürede toparlandıktan sonra aklıma gelen ilk kişiyi söyledim.

"Bakkalcının oğlu." dedikten hemen sonra kısa bir sessizlik oldu. Ardından Hazal'ın sesi duyuldu.

"Bakkalcının oğlu yok, Nava. Bu civarda bir bakkal da yok!"

Küçük bir not: Berbat bir yalancıyım.  Hayır; böyle bir yalan da olamaz, zaten!

"Şaka yapmıştım. Şey o...şey..."

"Kim?" diye tekrar sorduğunda yine zırvalamya başladım.

"Şey ya...dilimin ucunda...bir dakika..."

"Nava! Kim olduğunu anlatacak mısın, yoksa arayıp öğreneyim mi?" dedikten sonra çaresiz her şeyi anlattım.

***

"Hemen arıyorsun!"

"Ne?"

"Hemen arıyorsun! Benim de canlı canlı duymam gerek."

Hazal'a olanları anlattığımda "Benden neden sakladın?" demek yerine, bu tepkiyi vermişti. Şaşırmış mıydım? Hayır.

"Saçmalama, Hazal! Arayınca ne diyeceğim? Arkadaşım olanları öğrendi, seninle konuşmak istiyor falan mı?"

"Sen ara, normal konuş; ben dinleyeyim." dediğinde ağzımı açıp itiraz edecekken, o önce davarandı.

"İtiraz istemiyorum!" derken sözü gerçekten itiraz istemiyordu ve bu, numarayı tuşlamam için yetmişti. Numarayı tuşladığımda 'dııtt' sesini beklerken, telesekreterin sesi duyulmuştu.

"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha son..."

Telesekreter sözünü bitirmeden telefonu kapatıp, Hazal'a uzattım.

"Pınar'ı arayacaktın." diye ben gülümserken, o gözlerini kısmış bana bakıyordu. Buna rağmen telefonu elimden aldı ve mutfağa doğru ilerledi.

***

Hazal evden çıkalı yarım saat olmuştu. Bense evde yalnız ve kararsızdım. Aklımda iki seçenek vardı: Ya tatilimin son zamanlarını uyuyarak geçirecektim ya da Tumblr da reblog yapıp, tıka basa abur cubur yiyerek... Ama bunlara rağmen, telefon arkadaşımı aramayı tercih ettim. Numarayı tuşladığımda, tekrar telesekreterin çıkması telefonunun kapalı olduğunu gösteriyordu. Bu yüzden ben de uyumayı tercih edip, yatağıma doğru ilerledim. 

***

Pencerenin kenarında, karanlık gökyüzüne bakıyordum. Bu gece yıldızdan çok bulut vardı, gökyüzünde. Dışarının soğukluğu tenime işlerken, gülümsüyordum. Her şey yok olmuş, bir tek ben ben varmışım gibi. Tüm dünyada tek insan, ben kalmışım gibi. 

Dışarıya sarkan bacaklarım soğuğu iyice hissederken, pencereye oturmuş olduğumu hissettim. Bir süre öylece bekledikten sonra ellerimden güç alarak, kendimi aşağı doğru ittim. 

Ve son kalan insanı da öldürdüm.

***

Yatağımdan büyük bir hışımla kalktığımda, ölmemiş olduğuma şükrettim. Her ne olursa olsun, bu bir rüya da olsa; ölmek çözüm değildi. Hiçbirimiz ölmenin ne olduğunu bilmediğimiz halde, ölmeyi çözüm olarak göremezdik. Sadece bir seçenek olabilir, çözüm değil.

Hemen yatağımın başında bulunan telefonumu aldığımda, bir sesli mesajın olduğunu görmüştüm. Hemen ardından Hazal'ın sesini duydum.

"Şok..şok..şok! Annemler Hakan'ı öğrendi ama tuhaf bir şekilde hiçbir şey söylemediler. Sadece tanışmak istiyorlarmış. Yani kısacası 'Kızımın güvenliği için...' kampındayım ve bugün burada kalacağım. Yarın beni kalkar kalkmaz ara ve pencereli yatmadan önce kapatmayı unutma! Sonra saçma sapan rüyalar görüyorsun." dediğinde pencereye baktım. Açıktı. "İyi geceler." diye sonlanan mesajından sonra pencereyi kapatmak için ayağı kalktım. Pencereyi tam kapatacakken, hemen apartman karşısındaki parkta oturan bir kıvırcık saçlı birisini görmüştüm ve direkt aklıma Barış gelmişti.

Üstüme bir şeyler giyip parka gittiğimde, yüzünü seçemesem de Barış olduğuna emin olduğum kişinin yanına oturdum. Beni fark etmemiş olacak ki, kafasını dahi oynatmadı.

"Geceyi hep sevmişimdir. Serin havasını, kokusunu ve gece daha belirgin olan bulutlarını... Yıldızlarından çok, bulutlarını sevmişimdir. Nedenini bilmiyorum. Belki de sürekli bizimleler diye... Nereye gidersek peşimizdeler diye, belki de... Saçma belki ama bazen bizi koruduklarını düşünüyorum." dediğimde ses yoktu. Kafamı ona doğru çevirdiğimde, yan profilini görmüştüm. Karanlıkta belli olmasa da, tepemizde yanan şehir lambası, bana yardımcı oluyordu. Pürüssüz yüzünü incelemeye başladığımda, konuşmaya başladı.

"Geceleri severim. Mecburen severim. Gündüz doğdum, çünkü. Annemi gündüz kaybettim. Bugünün gündüzünde..." dediğinde gözlerimi yüzünden çevirdim ve salıncaklara doğru bakmaya başladım. O sırada ağzımdan çıkan iki kelimeye engel olamadım.

"Ya baban?"

"Babamı bilmiyorum. Onu hiç tanımadım...tanıyamadım. Aynı evde yaşasak da; sanırım annemin beni dünyaya getirirken ölmesi, beni çocuğu değil karısının katili yapıyor." dediğinde her şey susmam için yeterliydi. 

Hiçbir şey diyemedim. Sadece yüzümü ona çevirdim ve onu da bana bakarken buldum. Ben olduğum yerde kahverengi gözlerini izlerken, o bana doğru yaklaşıyordu. Gittikçe nefesimiz birbirine karışmışken, yüzlerimizin de birbirine değmesi için tek bir hamle kalmıştı. 

Dudaklarımızın da...

Umarım yeni bölümü beğenmişsinizdir.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Lütfen yapıcı eleştirilerinizi eksik etmeyin. Tabii desteğinizi de...

    

-NUMARA-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin