Sorun şu ki: Düşünmeye en çok ihtiyaç duyduğum anlarda duran beynim, bu anda da beni yalnız bırakmamıştı.
"Alo?"
Bu sesten sonra ne mi oldu? Duran beynimi çalıştırmaya çalışırken telefonu kapatmış olabilirdim. Büyük ihtimalle. Kesinlikle öyle ve bunu Hazal’a anlatmak biraz zor olmuştu.
"Selam! Arkadaşım numaranı bir kitabın arasına sıkıştırılmış kağıtta bulmuş. Söylesene, sen her yere numaranı bırakır mısın?"
"Hazal…"
"Bak, bu seste o arkadaşımın sesi!" dedikten sonra biraz duraksadı. Sonra devam etti: “Neden konuşmuyorsun?” Zavallım, kapattığımı bilmiyor.
"Hazal…ımm…şey…sanırım ben konuşmayı sonlandırmış olabilirim."
"Ne dedin sen?"
"Şey...yanlışlıkla kapattım, işte!" derken başım kaşınmaya başlamıştı. Ben başımı kaşırken Hazal araya girdi.
"Bir saattir ben kendi kendime mi konuşuyorum, Nava? Tamam, tekrar arayalım, o zam..."
"Saçmalama Hazal! Hadi geç oldu ya, uyuyacağım!" diye sözünü kestiğimde Hazal bana en etkileyici ‘lütfen’ bakışını attı. O etkileyici bakışından tabi ki de etkilenmedim ve Hazal’ı odadan ‘resmen’ kovdum. Yaşasın kötülük!
Aslında…merak ediyordum. Yani konuşmak…olabilirdi. Tabi beynimin ani hareketleri olmasaydı… Sesi bir erkek olduğunu belli edecek derecede kalındı. Evet, bir ‘alo’ dan bunu nasıl anladın, diyebilirsiniz. Bunu ben de bilmiyorum ama… Hey, öyle duydum işte! Tek açıklaması bu!
Gözlerimi kapattığımda o sesi işittim, tekrardan: “Alo?” Bu sese tepki olarak gözlerimi açtım ve acaba tekrar aramalı mıyım, diye düşünmeye başladım. Bu aptalca olmazdı, değil mi? Ama ne diyecektim ki, arayınca? “Hey! Arkadaşımın zoruyla aradım. Sesini duyduğum anda duran beynimin ani tepkisiyle telefonu kapattım!” falan mı? Ahh...tabi ki de aramayacaktım! Ne diye düşünüyorum ki sanki? Ağırlaşan gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Bu sırada beynimde yankılanan tek bir ses vardı.
"Alo?"
***
Nerdeyse kafamın içinde çaldığını hissettiğim çalar saatim, hemen çekmecenin üstünde bana göz kırpıyordu. Ona en itici bakışımı gönderirken, aynı zamanda da susturdum. Yataktan katlıktan sonra üstümü giyinmek için dolaba doğru ilerledim. Üzerinde tanımadığım bir kadının yüzü olan soluk bir tişört ile kot geniş pantolonu elime alıp giyinmeye başladım. Kıyafetleri giyinir giyinmez elinde bir sürahi şişesiyle gelen Hazal, kapıda görüldü.
"Uyanmışsın." demesiyle alt dudağını kıvırdı. Ama benim kafama takılan şey elindeki sürahiydi.
"O elindeki sürahinin ne işi var, burada?"
"Bu mu? Şey…seni uyandırma yöntemlerimden biri, sadece."
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Hazal’ın bu yöntemleri bir gün beni öbür dünyaya yolcu edebilirdi. Erken uyanmadığım sürece…
"İyi! Sanırım, başka bir güne saklayacaksın. Gördüğün gibi uyanığım, şeker kız(!)." dedikten sonra burnunu sıktım. Odadan çıkmak için ayağıma kaldırdığımda arkamda dehşet soğuklukta…tamam…abartmaya gerek yok, ılık sıcaklıkta bir sıvı hissettim. Arkamı döndüğümde Hazal’ın elindeki sürahinin boş olduğunu ve Hazal’ın pis pis sırıttığına şahit olmuştum. Buna şaşırdığımı söyleyemem. Sadece, yapmam gereken tek şey tepkimi göstermek!
"Seni öldüreceğim, Hazal Yıldırım!"
Ona en kötü bakışımı gönderirken, o ise bana en masum bakışını gönderiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-NUMARA-
Fiksi RemajaBen çiçek toplardım baharda. Ellerim taşımazdı, kopardığım çiçekleri. Sevgim bir ışık, düşüncelerim çözümdü. Her şeye rağmen ayaktaydım; çünkü ben, ben idim. Güneş ilk dostum, ilk paylaşıcımdı. İşte ben, o zamanlar çocuktum. Zaman nedir, unuttum. Sa...