Kulaklarım duyduklarına inanamıyor olacak ki, beynime ağzımı açmak için sinyal göndermişti.
"Ben birisinden hoşlanıyorum."
Kalbimde çarpıntı oluşturan bu cümlenin, bende oluşturduğu duyguyu anlamış değildim.
"Telefonu açamamamın nedeni buydu. Sanki sana bunu söyleyince tüm konuşmamız bitecek, zannettim. Ama sonra fark ettim ki böyle de bitiyor."
Bir şeyler konuşmak istiyordum ama dilim düğümlenmiş gibiydi.
"Orada mısın?" dediğinde, nihayet düğüm çözülmüştü.
"E..evet."
"Yani..?"
"Yani...tebrik ederim." dedikten sonra tekrar sessizlik çöktü ama sessizlik beni daha çok yıpratıyordu. Bu yüzden aklıma gelen ilk soruyu sordum.
"Peki...o biliyor mu?" dediğimde birden aklıma, o kızın ben olabileceği geldi.
"Hoşlandığımı mı? Maalesef... O kadar güzel ki, karşısına geçtiğimde her şeyi unutuyorum." diye belirttiğinde o kızın ben olma ihtimali çökmüştü. Tarihin gizli, derin çukurlarına gömülmüştü. Bir kere ben, güzel değilim. Cidden değilim. Dişlerim Pisa Kulesi kadar eğridir. Yüzümde bulunan siyah noktalar, sonsuzluğu tanımıdır. Üstelik yedi cücelerle aramda beş santim vardı. Hatta fark ettim de, bu düşünce oldukça saçmaydı. Daha beni görmemişti, bile.
Daha fazla konuşamayacağımı anladığımda, özür dileyerek konuşmayı bitirdim. İçimde tanımlayamadığım bir çöküntü vardı. Ondan hoşlanıyor olamazdım, değil mi? Hiç görmediğim, tanımadığım adamdan hoşlanmak...kesinlikle saçmaydı. İçimde beni kemiren bu duygu da, kesinlikle hoşlantı olamazdı. Kesinlikle.
Kendimi düşüncelerimden ayırmak için zorlarken, durağa geldiğimi fark ettim. Fark ettiğim tek şey de bu değildi. Hemen sağ tarafımda, siyah tişört ve kot pantolonla bulunan Barış'ı da fark etmem uzun sürmemişti. Beni fark etmesini istemiyordum. En son yaşadığımız, o anlam veremediğim olay sonrasında konuşmak istemiyordum. Bu yüzden otobüs gelene kadar, durağın hemen yanında bulunan reklam panosunun altına geçtim. Panonun altında beklerken, arkamdan gelen ses yerimden sıçramama neden olmuştu.
"Benden mi kaçıyorsun?" diye hemen kulağımın dibinde biten Barış'a, korkmuş gözlerle bakıyordum.
"Ödümü koparttın!"
"Benden kaçıyorsun (!)." diye konuta tekrar girdiğinde, yüzünde alayla oluşan bir gülümseme vardı.
Evet kaçıyorum, kahve çocuk.
"Neden kaçacakmışım ki?" diye sorduğumda onu ikilemde bırakmış olacaktım ki, 'haklısın' dercesine kafasını salladı. Nedenini biliyordu ama söyleyemiyordu. Bu iyiydi. Çünkü konuşmak istemiyordum. Bir süre öylece sustuk. Sonunda onun sesi, sessizliği bozdu.
"O zaman hala arkadaşız." dediğinde şaşırmıştım. Belki de, o zaman ki davranışı arkadaşcaydı, sadece dozunu elinden olmadan abartmış olabilirdi. Soru sormuş gibi cevap bekleyen gözlerle bana baktığında, kafamı onay verircesine salladım. O ise karşılık olarak gülümsemişti. Zoraki bir gülümseme gibi gelen gülümsemesinden çıkardığım tek şey, buydu.
"Okula gitmedin mi bugün?" diye sorduğumda yanıtı hemen almıştım.
"Ben mezun olalı bir sene oldu."
"Aynı yaşta olduğumuzu sanıyordum." diye soru soran sesime karşılık, gülümseyerek cevabını verdi.
"Erken yazılmanın avantajları..."
"Peki, üniversiteyi kazandın mı?" dediğimde yine o zoraki gülümsemesini gönderdi.
"Kazandım ama dondurmak zorunda kaldım." dedikten sonra başka soru da sormadım. Belli ki, konuşmak da istemiyordu.
Ardından gelen otobüse bindiğimizde de hiçbir şey konuşmamıştık. İneceğimiz yere vardığımızda ise vedalaşarak, birbirimizden uzaklaştık. Sonra ben o küçük dükkana doğru ilerledim.
***
Bir hafta geçmişti. Bir haftadır, telefonumun son aramalarında 'Bayım.' yoktu. Neden aramıyordum? Cevabı çok açıktı. Konuşacak cesaretim yoktu.
Bunun dışında her okul çıkışı otobüs durağında, Barış ile karşılaşıyordum. Yolumuz ayrı düşene kadar sohbet ediyorduk. Bir hafta içinde çok yakın arkadaş olabilmemiz beni şaşırtmıştı -ki farklı bir arkadaşlıktı bu. Birbirimizin telefon numaralarını bilmiyorduk, mesela. Zaten gerek de olmuyordu. Her şeyi bir saatte anlatmak, hiçbir şey geliyordu. Sonra ben, onun hiçbir adresini bilmiyordum. O benimkini bilse de, sorun olmuyordu; nedense. Her neyse, aramız iyiydi ve önemli olan da buydu.
Okula gelirsek... Bir hafta bitmişti. Böylelikle ben haftasonunun verdiği rahatlık ve kucağımdaki cips paketiyle, Doctor Who (DW) izleme keyfine erişebilmiştim.
Ta ki, bu keyfimi Hazal'ın bölmesine kadar...
"Telefon şeyini ara sana!" diye araya girse de, dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecektim.
"Neyi mi?"
"Arkadaşını..."
"Niyemiş?"
"Öylesine..." diye kısa kısa verdiği cevaplara karşılık, uzun bir cevap vermiştim.
"Kusura bakma DW izlemekle meşgulüm."
"Hadi ya, ara işte!" diye karşılık verdiğinde, bir seyler karıştırdığını düşünmeden edemedim. Sonra dizinin iki dakikasını kaçırdığım aklima geldiğinde, susturucu cümlelerimi devreye soktum.
"Farkındaysan DW izliyorum ve sen dikkatimi dağıtıyorsun. Durumun senin açından riskini anladığını umarak, kafamı tekrardan ekrana çeviriyorum. Teşekkürler." diyerek yüzümü ekrana çevirdim. Oflamalarına aldırmadan, Missy'nin kim olduğuna kafa yormaya başladım. [4]
Bir bölümü daha cevapsız sorularla geride bırakmıştım. Eğer DW izliyorsanız, bölümün sonunda tartışacağınız şey güzelliğinden çok, sırlar olurdu. Ama sorun şu ki; ben tartışacak kişi bulmak konusunda kıtlık çekiyordum -ki bulamayacağım da aşikardı.
Tartışacak kişi bulamayacağımı anladığımda, kendimi odama attım. Yatağın üstünde gördüğüm telefonum, aklıma Hazal'ın o yersiz isteğini getirdi. Asıl problem bu değildi. Asıl problem neden istediğiydi. Cevabını ise aramadan öğrenemeyecektim.
Uzun aradan sonra; konuşmaktan çok merakımı gidermek için aramak, biraz bencilce olabilirdi ama bunu bile bile merakıma yenik düşüp arayacaktım. Telefon rehberimde gördüğüm 'Bayım.' ı tuşladım. İlk çalışta açması beni şaşırtsa da, birazdan söyleyecekleri daha çok şaşırtacaktı.
Yine kısa bir sessizlik olmuştu. Buna rağmen nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Ağır ama hissedilir... Bu noktaya nasıl geldiğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Tanımadığım bir insanla telefonla konuşmayı bırakın, sahte hesapta bile ekleyemezdim, ben. Bir kere bende iletişim problemi vardı. Bir de fazla korkaklık... Buna rağmen, ilk defa bu huylarımı yenmiştim. Belki de son olacaktı.
Yine sessizliği bölen tarafın o olması beni şaşırtmamıştı, bu sefer. Asıl şaşırtan şey söyledikleri olmuştu.
"Sanırım küçük anlaşmamız bozuldu. Artık adını biliyorum, bayan (!)."
[4]: Missy karakteri DW sekizinci sezonunda katılmış, gizemli bir karakterdir.
Geç gelen bölüm için üzgünüm. Okul bana da vurdu.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
-NUMARA-
Teen FictionBen çiçek toplardım baharda. Ellerim taşımazdı, kopardığım çiçekleri. Sevgim bir ışık, düşüncelerim çözümdü. Her şeye rağmen ayaktaydım; çünkü ben, ben idim. Güneş ilk dostum, ilk paylaşıcımdı. İşte ben, o zamanlar çocuktum. Zaman nedir, unuttum. Sa...