❦Masmavi gökyüzüne etrafta uçuşan kelebeklerdi renk katan. Sokakta bağıra çağıra oyun oynayan çocuklar, onları camdan izlerken sohbet eden anneleri. En son ne zaman bu çocuklar gibi içten güldüğümü hatırlamıyordum. Çocukken her büyümek istediğimde bana kızan anneme yeni yeni hak veriyordum.
Büyümek benden sadece en sevdiğim çizgi filmleri, oyuncaklarımı, arkadaşlarımı almamıştı. Onlarla beraber gülüşümü de almıştı elimden. Hayallerimi, umutlarımı, isteklerimi ve öylesine alınmış bir elma şekeri ile ortaya çıkan mutluluğumu da.
Gözlerimin o parıltısı yoktu artık. Bakışlarım hep yorgun, hep sertti. Mutluluktan gözlerinin içi gülüyor tabirini artık sadece başkasının mutluluğunda, başkasında görebiliyordum.
Kulaklığımı çıkarıp geldiğim evin önünde durdum. Bahçe kapısının üzerinde yazan ev numarasıyla telefondakinin eşleştiğini fark ettiğimde bahçeden içeri adım attım. Bahçeyi incelerken ne kadar düzensiz ve baştan savma kullanıldığına şahit olmuştum. Yeni yeni açan güller belli belirsiz büyümüş, birbirlerinin önünü kapatıyordu. Fazla suya maruz kaldıkları için daha ilkbahar aylarından solmaya başlayan çiçekler çürümeye yüz tutmuştu.
Açık bahçe hortumunu elime alıp sulanmamış ağaçları sularken kapısı açık pencereden içeriye seslendim. "Aysun abla! Ben geldim sizi bekliyorum." Ağaçları suladıktan sonra suyun çiçeklere daha fazla değmemesi için hızla suyu kapattım. "Neden kapatıyorsunuz suyu? Sürekli çıkıp açamıyorum. Kurumasın bu havada çiçekler."
Aysun ablanın sesi ile kendisine dönerken hortumu yere atarak ona doğru ilerledim. "Çiçeklerin suya ihtiyaçları olduğu kadar havaya da ihtiyaçları var. Sürekli ıslak olan toprakta yeterli hava boşluğu olmaz ve kökler nefes alamaz. Bu da çiçek ne kadar sağlıklı olursa olsun kısa sürede solup çürümesine sebep olur. İki günde bir falan bir kere sulasan yeter aslında."
Elindeki çantayı almaya yeltendiğimde çantayı benden uzaklaştırırken gülümsedi. "Bence siz Nilgün Hanım'ın yürümesine destek olun. Bana daha büyük bir iyilik yapmış olursunuz."
Tedirgince dudaklarımı gererken koluna girdim. Uzun zamandır yanına uğramadığımdan olsa gerek koluma istemeye istemeye girmiş, selam bile vermemişti. "Küs müyüz?" dedim sessizce. Saçları iyice beyazlamıştı. Kırışıklıkları günden güne artıyordu fakat bu yılların yorgunluğuna rağmen gram etkilemiyordu güzelliğini.
"Beni hastaneden sen çıkarırsın sanmıştım." dedi gözlerindeki hayal kırıklığı ile başını bana doğru çevirirken. Anında içimi saran üzüntü ile dudaklarımı büzdüm. Aylarca verdiği savaşı kazanmıştı ve bunların hepsini beraber atlatmıştık. Beni beklemesinden daha doğal bir şey yoktu ama yapamazdım. O dört duvarından arasından çıkıp onu almaya gidemezdim.
"Seni aradım. İşlerimin olduğunu söyledim. Ayrıca ben siz eve gittikten sonra sana bakmaya geldim. Uyuyordun. Aysun abla söylemedi mi?" dedim söylediğim yalanın saçmalığını fark ederken. Dokuz ay boyunca sürekli bir bahane uyduruyor, denk gelemediğimize ama onu görmeye geldiğimi söylüyordum. Bir yerden sonra inandırıcılığını kaybetmişti fakat ona hapise girdiğimi anlatmak en son tercih edeceğim şeydi.
"Söyledi. Ne yapayım ben ben uyurken geleni?" dediğine gülerken Aysun ablaya döndüm. Arabayı sokağın başına park etmiştim. Oraya kadar eşlik etmesine hiç gerek yoktu. Aysun ablayı aramış, bugünlük benim ilgileneceğimi söylemiştim. Onun da halletmesi gereken işleri olduğundan büyük bir memnuniyet duymuştu bu durumdan.
"Ver bana çantayı. Gelme oraya kadar. İşlerini hallet sen." bunu bekliyormuş gibi çantayı uzatırken gülümsedi. "Çok teşekkür ederim size anlayışınız için." Çantayı sol elime alırken başımı sallamakla yetindim. "Onu eve bırakırken ararım işin bittiyse seni de alırım. Eğer bitmemiş olursa biraz daha oyalanırım ben."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Sokak - Texting
Short StoryDüzenleniyor! ❦ Bir semt düşünün, sadece hayal kırıklığından ibaret olan. Şimdi o semtte onlarca insan düşünün, bir gecede sonsuzluğa uğurlanan. Burası İki Sokak. İki Sokak, İstanbul'un küçük ama bilindik semtlerinden birisiydi. Adını bir çıkmaz sok...