Bölüm 8- Acı

115 35 54
                                    

Karan Soylu

Telefonu duvara fırlattım. Viski şişesini kafama dikip öfkeyle kükredim. Sahil kenarında çıplak ayaklarımla daire çiziyordum. “Neden, neden?” diye sordum. Kendimle verdiğim savaşa yenik düşmüştüm. Kalbimde bir sızı hissettim. Tekrar telefonuna yöneldim. Onun başka bir adamla olduğuna dair arama alalı yarım saat geçmişti. Yarım saatte içimde kopan fırtınalar, bende bir enkaz bıraktı. Onu arama isteğimi sürekli olarak bastırdım. Arayıp ne diyebilirdim ki? Ona karışmaya hakkım var mıydı? Bana o kadar kızgındı ki… Keşke birlikte olmamızın bir yolu olsaydı ama yoktu işte! Yok. Yok.
Kalbim yeniden sızladı. Onsuz geçirdiğim her saniye acım giderek artıyordu. Vücudum kendini yeni toparlamaya başladığı için zayıftım. Tüm duyguları yoğun olarak yaşama nedenim buydu. Duygularımı kapatıp yoluma devam edemiyordum. Kütüphanede geçirdiğim yoğun saatler meyvesini veremedi. Ne kadar çok okursam okuyayım sonucu değiştirecek herhangi bir bilgiye rastlamadım. Aksine okudukça öğrendiğim bilgiler beni korkutuyordu. Ona zarar verebileceğim düşüncesi beni kahrediyordu. Onca zaman sürekli olarak onun etrafındaydım. Başlarda benim farkıma varamamış ama sonrasında beni fark etmeye başlamış ve beni bulmuştu. Onun zekâsını asla hafife almamak gerekiyordu. Zaten bu yüzden başı sürekli belaya giriyordu. O farkında bile olmadan onun etrafını saran bütün belaları temizliyordum. Geceleri rahat uyuyabilsin diye ben sabahlara kadar onun etrafında dönüyordum.
Kara Şövalyeler dedikleri bir grup hacker dadanıp onu tehdit edip arabasını bozmaya yeltendiklerinde hiçbiri bir daha parmaklarını kullanamadı. Yasalarımız gereği bir insanı öldüremezdik ama zarar vereceğimiz anlamına gelmiyordu. Öyle bir kural olmadığı için şanslıydım. Böylelikle hafızasında boş bir tehdit olarak yer aldı. Güvendiği yazılımı olan Nana’yı etkisiz hale getirmeleri an meselesiydi. İnsan olmasına karşın elinde benim bile sahip olamadığım bir güç barındırıyordu. Kendi beyni olan bir yazılım yazmıştı. Beni sürekli izleyen bir yazılımdı. Bu yüzden adil bir anlaşma yapmak zorunda kaldım. Ben Saye’yi koruduğum sürece beni görmezden gelecekti. Rasa da olduğum sürece beni izleyemezdi fakat Rosa şehrinde işler benim kontrolümde değildi. Orada Nana’nın borusu ötüyordu. Benim onun yüzünden saklanacak yerim yoktu. Nerede olduğumu ona söylerse, sürekli etrafında olduğumu bilirdi. Onu umursadığımı bilirdi.
Şehrimizin koruması hiçbir teknolojik aletin geçmesine olanak tanımıyordu. Akıllı arabalar şehrimizde işe yaramazdı. Geçmeye çalışırsa bozulurdu. Bu yüzden iki farklı evim vardı. Rasa’daki evimde ayrı telefon, Rosa’daki evimde ayrı telefon bulunuyordu. Bir keresinde cebimde unuttuğum telefon yüzünden neredeyse alev alıyordum. İki farklı şehre uyum sağlamak zorundaydım. Onu koruyabilmemin tek yolu buydu. Onun ait olduğu şehrin standartlarına ayak uydurmak zorunda kalmak berbattı. Rosa şehrinde zaman farklı işlediğinden bedenlerimizin uyum sağlaması için iğne olmak zorundaydık. Bir iğne altı saat dayanmamızı sağlayacak gücü barındırıyordu. Onu gece boyu izlemek ise iki iğneye bedel oluyordu. Aşırı doz aldığımda hastalanırdım. Normal de altı saatte bir nöbet değişimi gerekirdi ama söz konusu sevdiğim kadın olunca, başkasının onu korumasına güvenemiyordum.
  Kanım insanların kanından daha yoğun ve renkli bir sıvı olduğundan yanında kanama geçirmemem gerekiyordu. Lanet yüzünden o bana sarılırsa, onunla temas kurarsam vücudum kendini bir yere kadar iyileştirebiliyordu. Tüm gece ona sarılarak iç kanama geçirmeme neden oluyordu. Bu kanı vücudum çıkarmak için de beni kusturuyordu. Onun yanında kanama geçirirsem yıldızlı gökyüzünü andıran kanımı nasıl açıklayabilirdim? Bunca zaman yabancısı olduğu bir dünya da kendimi nasıl anlatabilirdim? Onun dünyasında periler yoktu. Yarı peri melezi olduğum için farklı enerji yayıyordum. Bu enerjim kadınları üzerime çekerken, gecenin yaratıkları için fener görevi görüyordum. Peri kanı onlar için leziz bir atıştırmalık demekti.
Koruyucu soyun son temsilcisi olmama gelecek olursak, yaratılışımız tek bir kraliyet soyuna adandı. Işık Halkına. Bu halk karanlığın dünyayı yutmasına engel olmak gibi göreve sahipti. İçlerindeki ışığı kaybetmemeleri için her asil soyun bir koruyucu olurdu. Sürekli yanında olmak zorunda olan bir ırktı. Onlar uyurken dahi yanlarında olmak zorundaydık. Sürekli yan yana olmanın verdiği kontrol edilemez duygular oluyordu. Kıskançlık, aşırı sahiplenme ve en kötüsü âşık olmak. Koruduğum kişi bir erkek olsa benim için daha kolaydı ama bir kadını korumak, kontrol edemediğimiz duyguların doğmasına neden oluyordu. Bir koruyucu ve bir asil soy asla birlikte olmazdı. Bu yasaktı. Aynı zamanda koruyucu olduğum için bana insan bedeni de yasaktı. Onunla olmam beni öldürmüyorsa bunun tek nedeni melez olmamdı. Bizler insanlara âşık olamazdık. Bizler azat edilmedikçe âşıkta olamazdık. Özetle ben iki yasağı birden çiğnemiştim. Bir insana âşık oldum. Âşık olduğum kadının koruyucusu olmam durumu daha da vahim bir hale getiriyordu.  Bu yüzden ışık halkının da koruyucu halkının da nesli tükendi. Yasalar izin vermediği için birlikte olamadıklarından iki soy da savunmasız kaldı. Işık halkını karanlık ele geçirirse damarları siyah rengi alır ve sonunda patlardı. Koruyucu ise delirip kendini öldürürdü. Hayatta kalan koruyucu soyuna sahip yalnızca babam ve ben kaldık. Babam bir parça delirdiği için kalan son kişi benim demek daha doğru olabilir. Âşık olduğum kadınsa henüz bilmese de soyunun son temsilcisi olan Işık Prensesiydi. Bu bilgiyi uzun zamandır herkesten saklıyorum. Onu arıyor gibi rol yapmak zorundaydım. Beş yaşından beri bildiğim bilgiyi yirmi beş senedir kendime saklıyorum.
Cadılar bayramı gecesinde insanların duygularından beslenen karanlık perilerin düzenlediği partiye gitmek zorunda kalmıştım. İnsanların şehvet duygusuna kapılmalarına neden olarak kendilerine güç sağlayacakları haberini almıştık ve bu partiye tahmin edin kim katılıyordu. Saye Karaca.
Adını listede gördüğümde ufak bir şok geçirdim. Ben onu karanlıktan korumak için yırtınırken o gidiyor karanlığın göbeğinde partiliyordu. Dikkat çekmemem gerektiğini kendime defalarca hatırlatmak zorunda kaldım. Sonuç ne mi oldu? Görevi Ezrak’a devredip onu aradım. Sonunda bulduğumda çoktan sarhoş olmuştu. Etrafına yaydığı enerji birkaç perinin de dikkatini çekmişti. Beklemediğim anda beni öptüğü içinde laneti tetiklemişti. Onu öptüğüme asla pişman olmadım. Bu kadar acı çekmeme şüphesiz ki değerdi. Ondan yıllarca uzak kaldım. Uzak kalırsam lanet durur sandım ama durmadı. Aksine daha da güçlendi. Onu bozmanın tek yolu ise birimizin ölmesiydi. İkimiz de yaşadığımız sürece kördüğüm adı verilen lanet sürecekti. Bu lanet bir süre sonra delirtiyordu. Sevdiğinize dokunamadığınızı hayal edin. Ne kadar üzücü değil mi? Onu bir camın arkasından sevmek yeterli gelebilir mi? Dokunmadan sevmek. Bu sevmelerin en delirteni değil mi? Sonumun babam gibi olmasından korkuyorum. Delirirsem onu koruyamazdım. O ölürse ben yaşayamazdım.
“Lanet olsun!” Keşke sarhoş olup unutmamın bir yolu olsaydı. Zihnimde sürekli olarak dönen anılarım bana işkence ediyordu. Hayatımın merkezi o olduğu için, o gidince merkezim yerinden oynamıştı. Bir yere varamadan aynı nokta da dönüp duruyorum. Neden Güz’ü seçmişti? Bir başkası olsaydı bu kadar sinirim bozulmazdı. Neden bir insan değil de bir prensi seçmişti? Bu adam boş yere oynayacak bir adam değildi. Kesinlikle bir şey biliyor olmalıydı. Hayatımda onun kadar sinsi başka birini tanımadım. Biliyor olabilir miydi? Onu bulup sorguya da çekemezdim. Şüphelenirdi ve bu benim için iyi olmazdı.
Elimdeki şişeyi kafama diktim. Zihnimde sürekli olarak ona güldüğü, ona dokunduğu sahneler geçip duruyordu. Gelişmiş hayal gücüm bana bu konuda zerre yardımcı olmuyordu. Eğer aralarında bir yakınlaşma olursa bunu hissederdim. Bedenime kızgın demirler saplanmışçasına acı çekerdim. Bu beni mahvederdi.
Etrafımda bir rüzgâr hissettim. Ardından çileğe benzer bir koku yayıldı. Her soylunun kendine has kokusu vardı. Benim kokum yağmur ormanına benziyorken, Saye vanilya gibi kokuyordu. Ah o kokusu!
“Mia!” diye seslendiğimde kıkırdama sesi yayıldı.  “Kim seni böyle dağıttı?” diye sorduğunda dalgalı denize baktım.  “Hiç kimse,” diye cevaplasam da bu sorunun onu tatmin etmediğini biliyorum.
Yanıma gelip kucağıma oturduğunda hızla ondan uzaklaştım. Başka bir kadına temas edemezdim. Bu halim gözlerini kırpıştırmasına neden oldu. Kahretsin ki şüphesini çekmiştim.
“Biliyorsun ki yakında benim olacaksın.” Yakınıma gelerek uzun tırnaklarını omzuma batırdı. Boyu benden kısa olduğu için ona tepeden baktım. Üzerinde bedenini tamamen saran parlak yeşil renkte elbisesi vardı. Gecenin ılık esintisi tenini yalayıp geçerken bir kez daha kokusunu burnuma getirdi. Gökyüzü renginde gözleri vardı. Kirpikleri gür ve uzundu. Mia oldukça güzel bir kadındı. Bunun farkında olan güçlü bir kadındı.
“Öyle bir şey olmayacak,” dedim kollarımı birbirine dolayarak hareketlerini anlamaya çalıştım.
“Evleneceğiz,” dedi dudaklarına yerleştirdiği ölümcül gülümsemeyle. Gözlerindeki parıltı yutkunmama neden oldu. “Ve bunu kapıma gelerek sen isteyeceksin,” diyerek gözden kayboldu.
“Evet, taht benim hakkım ama kraliçem sen olmayacaksın.”
Sırtımı evimin duvarına yasladım. Denizin tam dibinde bir eve sahip olsam da genelde dışarıda uyurum. Her daim ılık olan Rasa havasında çok ender soğuk olurdu. Elimi çenemin altına koyarak düşünmeye çalıştım. Ilık meltem rüzgârı eşlik etti düşüncelerimin arasına, kafamı kaldırıp parıldayan yıldızlara baktım.
“Affet kadın! Sana tutunamadım. Sana karışamadım. Dünyalarımız ayrı. Sana dokunursam… Ölürüm. Sana dokunmazsam zaten ölüyüm!”
Kum yığınını tekmeledim. Burada olmayan bir kadının hayaliyle konuşuyordum. Eğitimlere odaklanamıyorum, göreve odaklanamıyorum. Aklım ondayken hiçbir şey yapamıyorum.  Ava çıktığımda ise avcı yerine av oluyorum. Aldığım yaraların izlerini vücudumda taşıyorum. Öğrencilik hayatımda bile tek darbe almayan ben, şu an çiziklerle dolaşıyorum. Yıllar sonra bu halde olacağımdan bahsetseler bir tarafımla gülerdim ama şimdi bakın ne haldeyim.
Ona kendimi kaptırmamak için çok uğraşmış, kendimle savaşmıştım. Ne yaparsam yapayım onu unutmamın imkânı yok. Ondan uzaklaşmak, ona verdiğim ceza değildi. Kendime verdiğim cezaydı. Hayatımın merkezinde yer aldığı için, onu görmeden güne başlayamıyorum. Kesinlikle böyle bir adam değildim. Benim için soğuk nevale derlerdi. Şimdi ise kendimi tanıyamıyorum.
“Ah be kadın! Sana dolandım. Sana bulaştım. Bu kalp sen bilmesen de sadece senin adınla atıyor,” Elimi sızlayan kalbime götürdüm. O olmadan aldığım nefes genzimi yakıyordu. “Güçlü ol,” dedim kalbime. “Güçlü dur.”
Onsuz kalmaya daha fazla dayanamayacaktım. Ona koşmak, canımın yanacağını bile bile ona sarılmak istiyordum. Yanında çok kısa kalabilecek olmama rağmen önemi yoktu. Yeter ki onu görebileyim, ona dokunabileyim.
Sabah olduğunda sahile vuran dalgaların sesiyle uyandım. Kalbim kor ateşe atılmışçasına yanıyordu.  Güneş yüzüme vururken elimle gözlerimi kapadım. Yanımda duran tanıdık gölgeye baktım.
“Ne güzel bir gün değil mi?” Havayı kokladı. “Mia mı uğradı?”  Başımı sallamakla yetindim. “Onunla evlenecekmişim. Majesteleri öyle buyurdu.”
“Biliyorsun o kadın tehlikeli.”
“Umurumda değil. Sevdiğim kadına kavuşmamın hiçbir yolu yok. Mia ya da başka bir kadın olsun bu saatten sonra hepsi aynı benim için,” Ezrak tepki vermeden boşluğa baktı. “Neden susuyorsun?”
“Kördüğüm olmuşsunuz dostum siz. Kaçsan da ona dolanmışsın.”
“Onun dün gece Güz ile görüştüğünü öğrendim,” dedim. Kalbimi dağlayan asıl neden buydu. Onun yanında başka adam olması, ben onsuz nefes alamıyorken o nasıl yanına başka bir adamı yakıştırabilirdi?
“Birlikte yemek yediler. Bana sorarsan bayağı romantik bir akşamdı,” Öfkemi zapt etmekte zorlandım. Mavi gözlerimi beyaz hare kapladı.
“Sakin ol dostum,” dedi ellerini teslim olmak için açarken, “Güz onu sonsuza dek kendine bağlayacak bir aşk tılsımı yaptırmış oldukça eski ve etkili ama Saye kendi rızasıyla kolyeyi takmadığı için bir işe yaramadı. İnadı kırılsaydı kısa zaman içinde düğünlerine katılıyor olurduk. Sen de put gibi elinde kılıcınla onun arkasını kolluyor olurdun.”
“Kördüğümü kırmanın bir yolu yok,” dedim umutsuzlukla.
“Aslında var,” dedi kaşlarını oynatarak.
“Ne yani onu öldüreyim mi?”
“Kısa bir anlığına. Berbat bir acı çekeceksin ama sonunda kavuşabilirsiniz.”
“Asla. Gerekirse ondan ayrı kalırım, başkasıyla...”
“Evet, bu yüzden yıllar sonra ortaya çıkıp onun hayatına girdin.”
“Kimin tarafındasın sen!”
“Saye’nin insan bedeni ölürse dönüşebilir. Krallığın ona ihtiyacı var, senin de ona. Bu halde kendini bile koruyamazsın sen.”
Haklı olduğunu biliyordum. Bir cevap bulmak için babamın yanına gitmeye karar verdim. Bedenim yeni bir acıyla başa çıkmaya çalışırken adım atmakta zorlandım. Güçlerimi kullanamadığım için Rohanda bölgesine gitmem yarım saatimi aldı. Burası Peri bölgesi olarak adlandırılıyordu. Etrafta gezinen peri kızların bakışlarına maruz kaldığımda içimi çektim.  Bu bakışlara alışkın olsam da periler sinir bozucu olabiliyordu. Melez genlerim yüzünden fazlasıyla dikkat çekmeye alışkındım.
Çocukluğumun geçtiği evin tahta kapısını çaldım. Kısa bir süre sonra babam kapıyı açtı. Bir zamanlar simsiyah olan saçları beyazlamıştı. Ayakta durmakta zorlandığını gördüğümde yatıştırıcı kullandığını anladım. Son zamanlarda kafasının yerinde olduğu anlar nadirdi. “Baba konuşmamız gerek.”
“Benim sana bir faydam dokunmaz evlat,” Annem öldüğünden beri onu ilk kez ziyaret ediyordum. “Dünyamızdan olmayan bir kadına âşık oldum,” Oturduğu yerden kalktı. Muhtemelen ona böyle bir nedenden dolayı geleceğimi tahmin etmiyordu.
“Senin görevin ışık prensesini bulmak…”
“İnsanların arasında dolaşıp onlara karıştım. Kalbim bir insana karıştı baba. Acı çekiyorum. Ona dokununca ruhum bedenimden sökülüyor.”
“Koruyuculara insan bedeni yasaktır. Bundan dolayı acı çekiyorsun.”
“Kraliçeyle nasıl tanıştınız? Belki bu bana yardımcı olur.” Babamın gözleri nemlendi. “Işığın olduğu yerde karanlıkta vardır. Ben onu bulduğumda bir yarısı karanlığa karışmıştı. Yaralıydı. Yaralarını sardım onun. Sonra o benim kalbimde bir yara oldu. Kalpte açılan yaralar dikiş tutmuyor. Seçimlerini iyi yap. Sonun benim gibi olmasın.”
“O kadını unutmanın bir yolu var mı?”
“O kadın ölürse aranızdaki düğüm sona erer. O yaşadığı sürece unutmanın bir yolu yok. Kafanı uyuşturmayı deneyebilirsin ama o geçici bir çözüm.”
Bedenime ne kadar alkol alırsam alayım, kısa sürede ayılıyordum. Asla sarhoş olmayı başaramıyorum. Sarhoş olsam belki unutabilirdim ya da ona koşabilirdim. Böylesi daha kolay olurdu. Koruyucu olmaktan nefret ettim. Başka bir ırka mensup olsam onunla olabilirdim. Şimdi kenara çekilip onun başka bir adamla olmasına seyirci kalacaktım…

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız :)

KORUYUCUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin