Bölüm 9-Kördüğüm

100 31 47
                                    

Yüksek müzikte salınan bedenler, müzikle beraber ritim tutarken terli bedenler spot ışıkları altında parıldadı. Üzerimde kalem siyah renkte bir elbise, kız kardeşimde ise yeşil renk mini elbise vardı. Etrafımız fazlasıyla kalabalıktı. Platformun üzerinde dansçı kızlar dans ederken, ışıklar gösteri şöleni sunuyordu. Rosa şehrinin popüler gece kulüplerinden birindeydik.
İçkimi yudumladım. Sağ elimi bar taburesi üzerine koydum. Barmene içkimi sipariş ederken ensemde bir karıncalanma hissettim. Etrafıma bakındım ama dikkatimi çeken kimse yoktu. Görüş alanıma Ezra girdi. “Sıkılmadın değil mi?” İçkisinden bir yudum aldı. Çok sıkılmıştım hem de deli gibi ama bunu ona söylesem de bir şey değişmeyecekti.
Onu görme ihtimalim yüksek olduğu için sürekli gözüm etrafı süzüyordu. En azından böyle bir yerde olsa güvenlik tehdidi olması muhtemeldi. Belki görevi dolayısıyla buraya gelebilirdi.
Yılbaşı gecesine saatler kala, aklımda yine yalnızca o vardı. İçtiğim her kadehte zihnimin derinliklerine sakladığım adam, serbest kalıyordu. Buğulu mavi gözleri önüme geliyordu. O dakikadan sonra kaç kadeh içtiğimi hatırlamıyorum.
Yanımdaki adamı fark ettim. Ezra çekmiş olduğum yalnızlığımı gidermek amacıyla yeni sevgilisinin yakın arkadaşını da düzenlenen eğlenceye, benim fikrimi dahi sormadan davet etti. Benim olumsuz fikir belirteceğimi bildiği için emrivaki yapmayı tercih etti. Ünlü biriyle yan yana gelmenin en güzel yanı ise, hayranları tarafından sürekli olarak engellendiği için yanıma bir türlü gelemiyordu. Onunla yan yana fotoğrafımın çıkmasının benim için iyi olmayacağını bildiğimden, köşe bucak kaçmayı tercih etmiş, sonunda alkol bedenime yayıldığı için kaçacak gücü bulamaz hale gelmiştim. Beyaz renkli keten gömleğinin üç düğmesi kaslarını göstermek amacıyla açıktı. Esmer teni, geniş omuzlarıyla birbirinin aynı görüntüye sahip mankenlerden farkı yoktu. Bu adam ne kadar yakışıklı olursa olsun, benim gözüm ondan başkasını görmeyecekti. Yanımda başka bir adam olduğu kulağına giderse ne olurdu? Umursar mıydı? Kıskanır mıydı? Ya da gözünde basit bir kadın mı olurdum?
“Nasıl bir duygu? Sonuçta kadınlar tarafından taciz ediliyorsun,” diye sorduğumda içtenlikle gülümsedi. Kelimeler dilimde dolanıyordu. Alkol yasak olduğu için enerji içeceğiyle yetiniyordu.
“Ben taciz diye adlandırmazdım. İlgi ve taciz farklı olgular.”
İçkimi yudumladım. Gözlerim odağını yitirmeye başlıyordu. Sızmaya yakın değildim fakat mantıklı düşünen tarafım, derinliklerime zincirlenmişti. Belimden sıkıca kavradı. “Seni bu ortamdan uzaklaştıralım biraz,” dediğinde ona karşı koymadım. Adı neydi sahi?
“Basına benimle görülmekten endişe etmiyor musun?” Yeniden gülümsedi. “Bunu senin adına istemem. Çevremdeki kadınlar tarafından linç edilmeni özellikle ama merak etme. Bizi kimse görüntülemeyecek.”
Yüzüme vuran soğuk havayı ciğerlerime çektim. İkimiz de sırtımızı yaslayıp gökyüzüne baktık. Kırmızı bulutlarla kaplıydı. “Neden yanımda kalmayı seçiyorsun. Çoktan kaçmış olmalıydın.”
Kahkaha attı. “Bir anlığına beni fazlasıyla zorladın. Sonrasında ne kadar incindiğini fark ettim. Kalbi kırılmış kadınlara karşı bir zaafım var sanırım,” Karnına dirseğimle vurdum. “O kadar belli oluyor mu?”
“Uzaktan sana bakınca başının hemen üzerinde ünlemle belirtilmiş yaklaşma yazısını görebiliyorum… Hayat umduğundan daha kısa, bu yüzden adımlarını ona göre at. Ne yaşadığını bilmiyorum ama buna değseydi… Senin yanında o olurdu.”
Gökyüzünden düşmeye başlayan kar tanesine dokundum. Elimden tutup beni kendine doğru çekti. Sakın etrafına bakma dediğinde ne demek istediğini anlamadım. “Gözlerini kapat,” dediğinde onun dediğini yaptım. “Hayaletlere inanır mısın?” diye sordu. Gülmemek için kendimi zor tuttum.
“Onu unutmak istiyorsan bir seçim yapman gerek. Hayatına dâhil olursam ona dair her şey silinecek ama onu seçersen ömrünün sonuna kadar acı çekeceksin. Sizin kaderinizde kavuşmak yok. O da bunu bildiği için sana yaklaşmıyor.”
“Ne demek istediğini anlayamıyorum.”
“Vaktim azalıyor. Seçimini yap Saye.”
Gözlerimi sıkıca kapattım. Adımı söyleyiş şekliyle inanılmaz bir güven veriyordu. Her şeyi unutmak istedim. Korkunç acı çekiyordum. Gözlerimi açtığımda etrafımda kimse yoktu.

Gölgelere karışan amansız siyahlık duygularımı puslandırıyordu. Gözlerimden bir damla yaş akarken elimin tersiyle sildim. Tıpkı onun söylediği gibi acım giderek artmaya başlamıştı. Dayanılmaz oluyordu. Bazı geceler kendi çığlıklarıma uyanıyordum. İşin en kötü tarafı da yılbaşı yanımda olan adama ulaşamıyordum. Ezra’nın sevgilisi arkadaşının hastalandığını ve gelemediğini söylediğinde şok geçirdim. Gördüğüm adamı tarif ettiğimde aynı kişi olmadığını söylediğinde delirdiğimi düşündüm.
Zihnimin uydurduğu bir adamla sohbet etmiştim. Bu durumun psikolojide ki adı şizofreniydi. Kız kardeşim çok iyi bir psikiyatrdan randevu bile almıştı. Bir yanım delirmediğimi düşünüyordu. O adamı ben uydurmamıştım.
Acı kalbime yüklendiğinde çığlık attım. Nana devreye girerek direksiyonun kontrolünü ele alırken ağaca çarpmaktan son saniye kurtulmuştum. Nereye gittiğimin önemi yoktu. Her şeyden uzaklaşmak istiyordum. Hastaneye yatmadan evvel son özgür olduğum gündü. Rasa şehrinin girişinde arabam dumanlar çıkararak durdu. Ekranımda çıkan yazıya baktım. Kırmızı renk ile yazıyordu.
Manyetik alan!
Bedenim acı çekiyordu fakat neden acı çektiğimi bilmiyordum. “Sağa dö…nün” dedikten kısa bir süre sonra ekranımda hata verileri çıkmaya başladı. Nana’nın sesi artık yoktu.
Sinir bozucu mekanik bir ses gidip geliyordu. Sanki görmediğim bir duvara çarpmış gibiydim. Arabanın ekranında ünlem işareti yanıp sönüyordu. Kısa bir süreliğine nefes alamadım. Ciğerim yanıyordu.
“Hata! Veriler yüklenemiyor!”
“Hata! Navigasyon çalışmıyor!”
Ne kadar denersem deneyeyim araba bir türlü çalışmadı. Bilgisayarıma yöneldiğimde ekranının dahi açılmadığını gördüm. Telefonumda aynı şekilde açılmıyordu. Araçtan inerek sırtımı yasladım. Sıcaklık aniden düştüğü için etraf sisliydi. Korku filminden birer kesit gibiydi. Arabanın ön kaputuna oturup sakince ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Kimseye ulaşamıyorum, dolayısıyla yardım da çağıramıyordum. Yol bilgisayarı çalışsaydı onun üzerinden de sinyal gönderebilirdim fakat durum oldukça kötüydü.
Bozuk yolda ayakkabımın çıkardığı sesle yoluma yürüyerek devam ettim. Oturup beklemek, dışarıda donarak ölmem demekti. Bu yüzden etrafa bakınıp yardım bulmayı denemek zorundaydım. Olumsuz hayat şartlarında nasıl hayatta kalacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Etrafıma bakındım. Titreyen bedenimle dişlerim birbirine çarptı. “Kimse yok mu?” diye bağırdım. Sesim birkaç kez yankılandı. Yürümeye devam ettim. Arabamı bozan manyetik alanın nereden kaynaklandığını merak ettim. Telefonuma kadar tüm teknolojik aletleri bozmuştu.
Duyduğum hırıltı sesiyle ensemdeki tüylerim kabardı. Vahşi bir hayvan olabilirdi. Buralarda olması muhtemel, çakal ya da bir kurt ise kurtulmamın imkânı yok çünkü kurtlar sürüyle gezerdi. Vücudum adrenalinle dolup olası tehlikeye karşı hazırlanırken duyduğum ikinci hırlama sesiyle koşmaya başladım.
Doğruca ormanlık alana dalarak belki de hayatımın en kötü hatasını yaptım. Kurumuş yaprakların hışırtısıyla koşmaya devam ettim. Kökleri uzamış bir ağaca takılıp yere sertçe düştüğümde bileğimi burktuğum için topallayarak koşmaya devam ettim. Bu bölgede neredeyse hiç ışık olmadığı için kör bir şekilde koşmaya devam ettim. Arkamda beni kovalayan bir şey olmadığından emin olduğumda soluklanmak için durdum. 
Orman son derece korkutucu görünüyordu. Dalları kalın ve oldukça sık ağaçlarla çevriliydi. Buranın bir arazi olamayacak kadar geniş olduğunu gördüm. Korku bedenime hükmediyor, boğazımda yumru olup kalbime ilerliyordu. Yürümeye devam ettim. Keşke o arabadan hiç çıkmasaydım! Burada başıma nelerin gelebileceğini bilmiyordum. Etrafıma bakınırken sert bir şeye çarptım.
Sıcaklığından bir insan olduğunu tahmin ettim fakat karanlık olduğu için yüzünü göremedim. Bir katil olabilirdi. Kollar tarafından sıkıca kavrandığında çığlığı bastım. “Sakin ol!” dedi öfkeli bir ses. Onu burada görmeyi beklemiyordum.
Elini saçları arasına götürüp öfkeli bakışlarını üzerime sabitleyen Karan’a baktım. Elinde fenerle yaklaşan incecik giyinmiş, sarı saçları beline kadar inen oldukça güzel bir kadın, yanımıza yaklaşarak sahiplenici bir tutumla elini Karan’ın omzuna koydu. Neden bunca zamandır ortalıkta olmadığını daha net anlamıştım. Yutkundum.
“Odun toplamaya çıktığını sanıyordum.”
Ona herhangi bir cevap vermedi. Ayakta durmakta zorlandım. Sırtımı ağaca yasladığım sırada hızla yanıma geldi.
“Bu halde yürüyemezsin. Gel buraya. Hemen yakında kulübemiz var,” Ona ne kadar gerek olmadığını söylesem de itirazlarım bir işe yaramadı. Onun kokusu arasında yola devam ederken onu ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım.
Sarışın kadın tahta kapıyı yumrukladığında bahsettiği kulübeye geldiğimizi anladım. Kapıyı Ezrak açtı. Dalgalı saçları dağılmıştı. Üzerinde beyaz bir tişört ve altında eşofmanıyla uykudan yeni uyanmış hali vardı. Gözleri fener ışığı yüzünden kısıldı. “Demek misafirimiz var.”
Beni nazikçe kanepeye bıraktıktan sonra içeriye geçti. Elinde ilk yardım kutusuyla geri döndüğünde sırtımı dikleştirmeye çalıştım.
“Dokunabilir miyim?” diye sorduğunda başımı sallamakla yetindim. Dokunduğunda acı yüzünden suratımı ekşitirken onun yüzün ifadesizdi.
“Burkulmuş, kırık olmadığı için şanslıyız,” diyerek bileğime merhem sürerek bandajla sardı. “Üzerine basmamaya dikkat et.”
“Çığlık sesi duydum. Bir şey mi oldu?” diye sordu Ezrak.
“Ormanda dolanırken bana rastladı.” Karan’ın gülümsediğini gördüğümde şaşırdım.
“Of! Onun için kötü bir tecrübe olmuş olmalı,” diyerek bana göz kırpan Ezrak’a gülümsedim.
Polar battaniyeyi üzerime örterek “Donmuşsun,” dedi. Ardından Karan’a bakarak “İnsan montunu kızın üzerine örter. Hiç mi centilmenlik öğrenemedin?” diyerek onu azarlarken adını öğrenemediğim kadın anırma benzeri ses çıkardı. Ardından içeriye giderek gözden kayboldu.
“Rasa’ya gelip bizimle karşılaşmasaydın başına gelecekleri düşünemiyorum. Kız kardeşin delirmiş olmalı.”
“Canıma okuyacak. Arabayla gezintiye çıkıp bu kadar uzaklaştığımı fark edemedim. Şehrin girişinde arabam bozuldu.”
“Araban bozulur çünkü içinde bulunduğumuz alan tamamen manyetik bir bölge. Burada hiçbir teknoloji çalışmıyor. Bizde kimseyle iletişim kuramıyoruz.”
“Ne yani? Sizde mi mahsur kaldınız?”
“Evet. Burada olmasaydık şimdiye ölmüştün.”
Titremeye başladığımda beni kolları arasına alarak ateşin yakınına götürdü. “Sürekli beni bir yerden bir yere taşıyacak mısın?”
“Bileğin daha kötü olursa yakınlarda hastane yok. Bu yüzden evet, gerekirse her yere taşırım.”
“Ben içeri geçsem iyi olacak,” diyerek aramızdan sıyrılan Ezrak’a şaşkınlıkla baktım. Beni onunla yalnız bırakmıştı. Pencereden yağmaya başlayan kar tanelerine baktım. Soğukluk giderek artıyordu.
“Seni bulamasaydım başına neler gelirdi hiç düşündün mü?”
“Beni nasıl fark ettin ki?” Ateşe bakarken mavi gözleri ateşin ışığında daha da koyu görünüyordu. Safir rengine çalan gözlerini kehribar rengi gözlerime çevirdi. “Koşup ağlamaklı sesler çıkaran birinin sesini duydum. Bende ormana daldım.”
“Hep böyle duyduğun çığlığın arkasından koşar mısın?” Dudaklarının kenarında günaha fısıldayan ölümcül bir gülümseme oluştu. Onu özlemiştim. Onu gerçekten özlemiştim.
“Köşede odam var. Dolaptan kendine daha rahat kıyafetler alabilirsin. Azimetten iste derdim ama o paylaşmayı sevmez,” İçeriye elinde bluz ve eşofman altıyla girdiğinde Karan’ın yüzünde şaşkın bir ifade oluştu.
“Onun kıyafetlerinden uzak dur!” diyerek parmağını gözüme sokarcasına salladı. Ardından yeniden gözden kayboldu. Dilimin ucuna gelen soruyu sormak için doğru zamanı bekledim. Karan derin bakan mavi gözlerini üzerime sabitleyerek içini çekti.
“Neden seni bırakıp gittiğimi merak ediyorsun değil mi?”
Aklımı okuyordu ve bundan nefret ediyorum. Elimi tutup sıcak nefesini üfleyerek buz tutan parmaklarımı ısıtmaya çalışırken araya koyduğu kalın duvarları kaldırmış görünüyordu.
“Sana zarar geleceğinden korktum,” dediğinde çığlık atmak istedim. “Benim düşüncelerimin bir önemi yok muydu yani? Zaten neyi tartışıyoruz ki sen ve Azimet sanırım...” Parmaklarını dudaklarıma koyarak beni susturdu.
“Kafanda kurup emin olmadığın durumlarla kesin yargı yapıp beni suçlama. Senden ayrı kalmam benim isteğimin dışındaydı.”
“Anlat o zaman.”
“Yapamam. Sadece şunu bil, biz birlikte olamayız. Olmak istemediğimden dolayı değil, olamayacağımız için. Zarar görmeni istemiyorum Saye.”
“Zarar görmeni istemiyorum Saye” diyerek onu küçümseyerek taklit ettim.
“Uyumak ister misin? Sana odayı gösterebilirim.”
“Şu an uykum yok,” Öfke tüm benliğimi sararken, karnıma krampların saplanmasına neden oldu. Bunca zaman ondan ayrı kalmış, ona dair hiçbir haber alamamıştım. Neler yaptığı, hayatına kimin girip çıktığını dahi bilmeden sadece bekledim. Onun bana geri döneceği inancına sarılarak, ağlaya ağlaya döner diye bekledim. Tırnaklarımı tenime kazıya kazıya, uykusuz gecelerin esaretinde, kalbimin haykırışını dindiremeyip, çığlık ata ata bekledim. Şimdi karşımdaydı. Kanlı canlı bir halde dururken, bir parmaklık mesafemde, dokunsam hissederdim. Dokunsam; bu hasret biterdi. Yapamadım. Ona sarılıp kokusunu içime çekerek özlem gidermek istesem de yapamadım. Bedenimde oluşan ateşi, onun teniyle söndürmek istesem de bunu yapamadım. Cesaretim yoktu. Bana biz olamayız dediği için cesaretim kırılmıştı. Tükenmiştim. Onsuzlukta, onun varlığıyla tükenmiştim.
Parmaklarını yüzüme düşen saçıma geçirip, kulağımın arkasına ittiğinde içim titredi. Kısa bir anlığına gözlerimi kapatıp bu anı zihnime kazıdım. Bu bir rüya ise uyanmak istemiyorum. Eğer ben şizofrensem ve o bir hayal ise, kullanacağım ilaçların bu sanrıyı silmesini istemiyorum. Ben onda kalayım, o bende kalsın.
“Saçların dağılmış.”
Bir süre kendi sessizliğimizde boğulduk. Yanan ateşin, çatırdayan odunların sesi karıştı sessizliğimize, ardından iç çekişmelerimiz...
İkimizde konuşmak istiyor fakat bir türlü başaramıyorduk. Onun bana anlatamadıkları vardı. Anlatmak isteyip de anlatamadıkları vardı. Merakıma yenik düşüp, anlatmasını isteyecek kadar cesur değilim. Duyacaklarım hoşuma gitmeyebilirdi. Bunca zaman onsuzlukla yaşayıp, onun hayallerini kucaklamıştım. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladığında başımı omzuna koydum. Kısa bir süre sonra beni kolları arasına alarak kendine çekti. Bir süre böyle kaldıktan sonra sıcak nefesini alnımda hissettim.
“Seni yatağına götüreyim,” Alnıma minik bir buse kondurduğunda gülümsedim.
Beni yatağıma yatırıp çekilmek üzere olduğu sırada onu durdurdum. Kısa bir anlığına gözlerinin renk değiştirip parıldadığına şahit oldum. Bakışlarını gözlerimden çekerek başka bir yöne baktı. Hareket etmeden öylece durduğunda kendimi toplamak için bekledim.
“Buradan döndüğümde beni tekrar göremeyebilirsin.”
“Beni artık görmek istemiyor musun?”
“Yılbaşı akşamı bir adamla tanıştım,” Yanımdan hızla uzaklaştı.
“Bana en derin acımın sen olduğunu, kördüğümle birbirimize bağlı olduğumuzu söyledi. Kördüğümün ne demek olduğunu bilmiyorum ama senden uzaktayken nefes alamayışımı açıklıyor. Seni unutturabileceğini söyledi. Sadece bir saniyeliğine seni unutmak istedim. Yıllar önce ki cadılar bayramına gidip durdu zihnim. Sanki sen oymuşsun gibi. Âşık olduğum adammışsın gibi geliyordu.”
Gözlerimin içine baktı. Hiç konuşmadı. Ardından hızla yanıma gelerek yatağın kenarına oturdu. Gözümden akan yaşı sildiğinde onun da acı çektiğini gördüm.
“Ben bazı şeyler görüyorum Karan. Ezra, şizofrenin başladığını düşünüyor. Beni hastaneye yatıracaklar. Meğerse o gece benim yanımda kimse yokmuş. Her gece senin adını haykırarak çığlıklar atıyorum. Evden bu yüzden uzaklaştım. Bugün benim son özgür günümdü. Sence de ben deliriyor muyum?”
“Herkes bir parça delidir ama bu kötü bir şey değil. İyi olacaksın Saye. Sana zarar gelmesine müsaade etmeyeceğim”
Gözlerimi araladığımda endişeli bakışlarını gördüm. Kısa bir anlık bakıştıktan sonra yorganı omuzlarına kadar çektim. Tüm geceyi odam da mı geçirmişti?
Pencere kenarından yağan kar tanelerini izliyordu. Siyah renkli kot pantolonun üzerine beyaz renkli kazak giymişti. Boşta kalan elini saçlarına götürüp düzeltirken kahvesinden bir yudum aldı. Saçlarını dağıtma isteğimi bastırmak zorunda kaldım.
“Tüm gece beni mi izledin?” diye sorduğumda kolundaki saatine baktı.  “Seni uyandırmak için geldim. Hep böyle tembellik mi edersin?”
“Saat kaç oldu?”
“Öğleden sonra iki”
“Beni merak etmişlerdir. Araba tamircisi çağırırsam eve gidebilirim,” diyebildim panikle.
“Seni bende bırakabilirdim ama dışarıdaki kar 30 santimetreyi geçti. Masa da senin için kahvaltı var. Çay ve kahvede hazır bir halde mutfakta mevcut, ne içeceğini bilemediğim için ikisinden de hazırladım. Kendi evindeymişsin gibi hissedebilirsin. Bir süre daha buradayız.”
Yataktan kalkıp bir süre ne yapacağımı bilemedim. Dağılan yatağı düzelttikten sonra elimi yüzümü yıkamak üzere banyoya gittim. Kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Salonun penceresinden dışarıya baktığımda kar yağışı iyice şiddetlenmişti. Masa da benim için hazırlanmış kahvaltımı ettikten sonra şöminenin yanında bulunan kalın kitaplara göz attım. Hepsi eski görünüyordu. Sallanan sandalyeye oturup bacaklarımı katladım. Ayağım düne göre daha iyi durumdaydı. “Ezrak ve Azimet nerede?” diye sordum.
“Dışarıdalar.”
Bluzun etek ucuyla oynamaya başladım. Ayağa kalkıp yakınıma geldi. “Benimle baş başa kalma fikri seni korkutuyor mu?” Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılırken, elimi avuç içleri arasına aldı.
“Hava çok mu berbat?”
“Kendin görmeye ne dersin?” diyerek yanımdan uzaklaştı. Aniden buz kadar soğuk birine dönüştü. Ondaki bu değişimi anlamam mümkün değildi.
Ardına kadar açılan kapıya baktım. Ezrak ve Azimet içeriye girdiler. Kıyafetleri kar içinde kalmıştı. Suratını asan huysuz kadına baktım. İkimizi de sinirli bir halde görünce kırmızı ruj sürdüğü dolgun dudaklarında gülümseme peyda etti. Resmen bu halimiz onun hoşuna gidiyordu. Keyifle kanepeye otururken Karan’ın yakınına sokulduğu gözümden kaçmadı. Bu kadından nefret etmeye başladım.
“Kavga mı ettiniz?” diye sordu. Resmen bilerek yapıyordu. Ezrak onaylamaz bakışlarla ona baksa da umursadığı yoktu.
“Kavga etmedik,” dedim gülümsemeye çalışarak. Ona elbette ki keyiflenmesi için fırsat vermeyecektim. Karan’ın soğuk bakışlarını üzerimde hissettim. Kalbim üşüdü fakat kuyruğu dik tutmak zorundayım. Azimet’in fırsat kolladığını biliyorum. Bu durum kıskançlığımı kamçılayan başka bir etkendi. Benden tarafa bakmayarak içeriye doğru giden sevdiğim adama takıldı gözlerim. Aniden sinirlenmesini anlayamadım. Ondan uzak durmaya çalışmamın tek nedeni tutarsız davranışlarıydı. Bana biz olamayız dedikten sonra boynuna atlamamı bekliyor olmamalıydı.
İçeride volta atmaya başladım. İçim rahat değildi. Benim ondan uzak durabilmem en fazla iki dakika sürebiliyordu. Ona olan tüm kızgınlığım saman alevi gibi yanıp sönüyordu. Bir sıcak bir soğuk oluşuna alışmam mümkün değildi. Onunla konuşup aramızdaki sorunu kökten çözmeye karar verdim.
Odasına doğru gitmek için ilerlediğim sırada Ezrak’ın sesini duydum. “Bence onu bir süre yalnız bırakmalısın. Kendini odaya kapattıysa istinasız kimse tarafından rahatsız edilmek istemiyordur.”
Onu dinlemedim. Attığım her adımda bedenime yayılan karıncalanmayı umursamamaya çalıştım. Akımdan dolayı saçımın birkaç teli havaya kalkarken, bedenimde güçlü bir akım hissettim. Kapıyı tıklattıktan sonra ittirerek açtım. Onu dışarıyı seyrederken gördüğümde nefesimin kesilmeye başladığını hissettim. O ise burnundan soluyordu.
“İyi misin?” diye sordum. Kısa bir süre cevap vermedi. Ardından gözlerimin içine baktı.
“Neden kötü olayım ki?”
“Sanki kalbini kırmışım gibi hissediyorum.”
“Ezrak!” diye seslendiğinde içeriye koşarak girdi. “Telsizden anons geç. Hanımefendiyi evine bırakacağız,” Kaşlarım çatıldı.
“Hanımefendi mi?” Ezrak geldiği gibi hızla odadan ayrıldı. “Senin için herhangi biri miyim yani?”
“Senin için neyim ben?” diye sordu. “Neden benimle yalnız kalmaktan korkuyorsun?”
“Yanında uyuya kaldığım akşamın sabahında beni bir başıma bıraktığın anı unutamıyorum. Bir an yakınsın sonra uzaksın. Asıl ben senin neyinim? Yakın olmak istediğinde dibinde tuttuğun, sıkıldığında bırakıp gittiğin oyuncağın mıyım senin?”
Odanın içinde bulunan gece lambası patladığında bakışları benimle buluştu. Gözlerinin etrafını saran beyaz harelerine baktım. Penceredeki camlar patlayarak binlerce parçaya ayrıldığında dizlerimin üzerine çökerek kendimi korumaya almaya çalıştım. Kulağımda duyduğum uğuldama sesiyle bakışlarım karardı. Bacaklarım titremeye başladığında dengemi kaybettim. Geriye doğru düşmeden evvel beni yakalayarak kolları arasına aldı. Bakışlarımız buluştuğunda yüzünde acı çeker ifade oluştu. Bakışlarım titrerken gözümden bir damla yaş aktığında beni başka bir odaya götürerek yatağa yatırdı. Yüzüme dokunduğunda gözlerimi kapadım. Canım çok yanıyordu. Tüm bedenim acıyla sarsılıyordu. Yanımdan uzaklaşırken ona kalmasını söyleyecek gücü bulamadım. Bilincimi tamamen kaybetmeden evvel son gördüğüm benden uzaklaşan bedeniydi.

Karan Soylu

Saye’yi yatağına yatırdığımda üzerime bulaşan kanı temizlemek için banyoya gittim. Kazağımda ve parmaklarımda onun kanı vardı. “Buna ben sebep oldum,” dediğimde ayna da Ezrak ile bakışlarım kesişti.
“Neredeyse onu öldürecektin.”
“İnsan bedeninin bu kadar hassas olabildiğini bilmiyordum.”
“İnsan olmasıyla ilgisi yok. Bizde akıma maruz kaldık. O ise direk akımın içine girdi. Camları patlatmak da neydi?”
“Onu durdurmanız gerekiyordu!”
“Beni dinlemedi. Durumu nasıl?”
“Dinleniyor,” diyerek banyoya gittim. Suyu açıp elime bulaşan kandan arınmaya çalıştım. Üzerimdeki kazağı yırtarcasına çıkarıp sakinleşmeye çalıştım. Azimet beni bu vaziyette gördüğünde, alt dudağını dişleyerek baktığında öfkeli bakışlarıma maruz kaldı. Benimle flört etmesini kaldıracak enerjiye sahip değilim. Kaşlarımı çatarak hızla banyodan çıktım. Odaya giderek kırılan camları büyüyle onardım. Oda eski haline döndüğünde dolabımdan rast gele tişört alarak Ezrak’ın odasına gittim. Saye burada uyuyordu. Teni solgundu. Bedeninde oluşan çiziklere baktım. Elinin üzerinde, kollarında sıyrıklar vardı. Kanama geçirdiği için kulağından ve burnundan kan gelmişti. Daha kötüsü olmadığı için şanslıydım. Parmaklarımı sevdiğim kadının yüzünde gezdirip şifa büyüsü yaptım. Annemden aldığım yeteneklerden biriydi. Her peri de şifa gücü bulunmuyordu.
Saye’nin yaralı eline üflediğimde kısa sürede iyileşti. Buz tutmuş parmaklarını tutarak minik öpücükler bıraktım. Öyle zordu ki, onunla olmayı ne kadar istersem isteyeyim, bir yolu yoktu. Üstelik insan bedeni zayıftı. Neredeyse onu öldürecektim. Sevdiğim kadının katili olarak bir yaşam sürdürebilir miydim? Onu korumaya yemin ettim, öldürmeye değil. Kendimi kontrol etmek zorundayım. Hayatım boyunca aldığım eğitimler onunla tanışınca bir anda boşa gitti.
Eğilerek bluzun açıkta bıraktığı omzuna öpücük kondurduğumda geriye kalan yaraları da iyileşti. Bedenindeki yaraları iyileştirmem kolaydı ama ruhunda açtığım yaraları nasıl tedavi edeceğimi bilemiyorum. Onu üzdüğümün farkındayım. Gözlerimi üzerine sabitleyip onun her detayını zihnime resmettim. Kirpiklerinin sayısına kadar ezberledim. Yorgun düşen bedenimi onun yanına bırakıp kokusuyla uykunun kollarına teslim oldum. Birini iyileştirmek çok fazla enerji gerektirdiği için tükenmiştim. Onunla uyumak bana zarar verse de umurumda bile değil.
Kapının sertçe açılmasıyla gözlerimi araladım. “Saye yok,” diyen Azimet’in sesini duydum. Uykumdan yeni uyandığım için ne söylediğini idrak edemedim. Yatağa baktığımda yanımdaki boşluğu fark ettim. “Buralardadır,” dediğimde gözlerim tekrar açıldı. Ayağa kalkıp etrafı aradım. Montu yoktu. “Dışarı çıkmış,” diyerek kapıyı açtığım gibi dışarıya çıktım. Kar yağmaya devam ediyordu ve ona ait izleri silmişti. Etrafıma bakınmaya devam ettim. Orman beyaz yasa bürünmüştü. Ezrak ve Azimette onu aramaya devam etti. Her taraf karanlıktı. Endişem bedenime zerk ederken hızla bir mağaranın içine çekildim. Çevik hareketlerle belimde bulunan çelik bıçağı çıkarıp beni tutan kişinin boynuna sabitledim. Korku dolu inleme sesini duyduğumda bıçağı çekerek kabzasına geri yerleştirdim. Renkli taşlar tarafından aydınlatılan mağaradaydık.
“Aklımı yerinden oynatmama şu kadarcık kalmıştı” dedim işaret parmağım ve başparmağım arasında kalan boşluğu gösterdim. “Uykumdan uyanıp buraya çağrıldım. Nedenini bilmiyorum. Tamamen kendime geldiğimde evin yolunu kaybettim. Burada beklemek daha doğru bir karardı. O bıçakta neydi öyle? Beni yaralayabilirdin!”
“Burada neyle karşılaşabileceğimi bilmiyorum. Farkındaysan ormandayız. Bu yüzden hazırlıklı olmak zorundayım. Uyanıp dışarıya çıkmaya karar verdiysen beni neden uyandırmadın?”
“Seni çok mu endişelendirdim? O kadar huzurlu uyuyordun ki, kıyamadım,” dedi masumca. Tek kaşımı yukarıya kaldırıp yumuşamamaya çalıştım. Ona olan kızgınlığım geçmeye başladı. Bana neden öyle bakıyordu ki. Ona sinirli olduğumu kendime defalarca hatırlatmaya çalıştım. Ona kızgınım.
“Beni kulübede bir başıma bıraktığında bende böyle hissetmiştim.” Dediğinde kalbim eğer camdan olsaydı yemin ediyorum şu anda parçalara bölünmüştü. Ona açıklayamadıklarımın altında eziliyordum. Bu yüzden haksızdım. Bu hikâyenin kötü kalpli cadısı bendim. Ne kadar haklı olursa olsun burada başına bir şey gelebilirdi. Burası kara ormandı. Korkuları içinde tutsak ederdi. Eğitimsiz birinin bu ormanda körlemesine gezmesi oldukça tehlikeliydi.
“Konumuz bu mu gerçekten?” Sabır dilercesine kollarını birbirine doladım. Kendimi son kez açıklamaya çalıştım. Bahanem bana bile inandırıcı gelmiyordu.
“Seni yalnız bırakmadım, sadece gitmem gerekiyordu.”
“Evet göreve. Eminim korktuğun için gittin.”
“Bana korkak mı diyorsun?” İlk kez söylediğine kızamadım. O kadar haklıydı ki.
“Korkaksın. Beni…” dediğinde çenesini kapatmanın en iyi yolunun onu öpmemden geçtiğini anladım. Yüzünü avuçlarım arasına alıp öptüm onu, kısa bir anlığına. Şaşkınlığı bedenine yayıldığı için bir süre konuşamadığında bu andan faydalanarak bileğine kelepçe geçirip diğer tekini de kendi bileğime geçirdim. Boyuta açılan bir mağara da onu bulamasaydım kim bilir hangi boyuta giderdi. Güçsüz bir insanın boyutta parçalanması muhtemeldi. Neden buraya çağrıldığı konusunda en ufak fikre sahip olamasam da onu göz hapsinde tutmak zorundayım. Her şekilde başını belaya sokmanın bir yolunu buluyordu. Gece uykundan uyanıp kalkıp boyut kapısına gel. Olacak iş mi bu? Çıldırmak üzereydim.
“Bir daha benden ayrı bir yere gidemeyeceksin,” Saye şaşkınlıkla ona baktı.
“Beni kendine mi kelepçeledin?”
“Anla artık Saye. Bu saatten sonra benden ancak bu kadar uzaklaşabilirsin. Sadece bir adım,” dediğimde aramızda yalnızca bir adımlık mesafe vardı. Hayatımda hiç korkmadığım kadar korkmuş, ona bir şey olduğunu zannetmiştim. Karlara bata çıka kulübeye döndüğümüzde şaşkın bakışlarla karşılaştık. İlk kez birini kendime kelepçelediğimi gördükleri için yaşadıkları şaşkınlıktı. Hayatlarında ilk kez bir kadına bu denli yakın duruyordum. 
“Kendini kelepçelemiş” diyerek öğürme sesi çıkaran Azimet kollarını birbirine doladı. “Kendini baya aştın dostum,” diyerek beni destekleyen Ezrak, omzuma dokundu.
Kanepeye oturmak isteyen Saye, hareket etmemem sonucu yerinden kıpırdayamadı. Kendini zorlarsa bileğini inciteceğini bilsem de bu benim tek şansımdı.
“Hadi ama! Bu ne kadar sürecek?” diye söylendi.
“O adamla çalışmayı bırakacaksın,” dediğimde kaşlarını çatarak baktı. Ona yakın olmasını istemiyorum. Onunla çalışmak isteyen bir sürü şirket vardı. O hariç başka birinin yanında istediği gibi çalışabilirdi ama Güz ile çalışmasının bu saatten sonra imkânı yoktu.
“Bana emir veremezsin. Ben senin altında çalışan bir eleman değilim!” Tek kaşım havaya kalktığında kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Yine evdeki eşyaların patlamasını istemiyordum. Gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Beynime giren kramp yüzünden acı çektim. Damarım atmaya başladı.
“Azimet bence kaçalım,” diyerek odadan uzaklaşan Ezrak bakışlarımın odağı oldu. Azimet’in hisleri bana ulaştığında içimi çektim. Üçümüz birbirimize büyüyle bağlı olduğumuz için hislerimizi bilebiliyorduk. Birimiz yaralandığında diğeri nerede olduğunu bilebilirdi. Azimet yanımda Saye’yi görmekten rahatsızdı. İnsan olduğu için değildi bu rahatsızlığı, bizim ömrümüze kıyasla onun ömrü daha kısaydı. Bu gerçeği biliyordu. Bu yüzden normal şartlarda sorun etmeyeceğini biliyordum. Onu rahatsız eden benim başka bir kadına duyduğum aşktı. Bunun geçici bir heves olmadığını biliyordu. Gözlerime acıyla baktığında sinirim geçti. Birlikte büyümüştük. Onu her zaman kardeşim gibi gördüm. Benim yazgım çok öncesinden yazılmıştı.
“Bu emir değil bir rica. Emir verince daha farklı oluyorum,” Azimet hızla yanımızdan ayrılıp, odasının kapısını sertçe kapattı.
“Ya! Öyle mi? Daha seni affetmedim,” diyerek bakışlarını benden kaçırdı.
“Affetmedin mi gerçekten?” diyerek kelepçeli olan kolumu kaldırdım. “Kendimi sana nasıl affettirebilirim?” diye sordum. O çok sevdiği gülümsememle baktığımda gözlerinde oluşan menevişlere baktım.
“Bana bu şekilde bakma,” dediğinde gülümsemem daha da arttı. Neyi kast etiğini biliyordum. “Ne şekilde?” diye sordum.
“Bu şekilde işte,” diyerek bir adım geriye çekildi. Kelepçenin mesafesi kısa olduğu için kaçamadı. Kızaran yanakları onu ele verirken daha fazla utanmasına engel olmak için konuyu değiştirmeyi denedim. Bu haliyle bana bakarken benimde kendimi tutmam zordu.
“Üşümüşsündür” diyerek onu şöminenin yakınına çektim. Birlikte hareket etmeye alışıyorduk.  Oturduğumuzda gözlerinin odak noktası bendim.
“Sen hiç üşümüyor musun?”  İçimi çektim. “Kolay kolay üşümem. Kanım deli akar,” diyerek göz kırptım.
“Gamzeni gülümsediğin başka kadınlarında görmesi kötü,” diyerek içini çekti. Boynunu büküp başka yöne baktığını gördüğümde elimi çenesinin altına yerleştirerek gözlerime bakmasını sağladım.
“Ben kolay kolay gülmem Saye. Yapıma aykırı biraz… Bu halimi yalnızca sen gördün, en savunmasız halimi.”
“Nasıl yani?”
“Şöyle ki… Hayatımda ilişki sayabileceğim durumu hiç yaşamadım. Bu yüzden düşmanlarım beni nereden vurabileceklerini bilemediler ama şimdi bilecekler.”
“Yani ben senin zayıf noktan mıyım?”
“Sssht!” dedim işaret parmağımı dudağına bastırarak.
“Savunmasız yanımsın… Bilmiyorum Saye. Afallıyorum bir ilişkiye nasıl başlanır bilmiyorum.” Sevdiğim kadın, şaşkınlığım karşısında gülümsedi. Onu tatmin edebilecek bir yanıt verdiğime sevindim. Aşırı detaycı olduğu için beni fazlasıyla zorluyordu.
“Tekrar kaçmayacağım artık çıkarır mısın?”
“O adamla çalışmayacağını söyle çıkarayım,” Bileğindeki soğuk metale dokunarak gülümsedi.
“Kırmızı ip hikâyesini biliyor musun?” Başımı olumsuz anlamında salladım. Bilmem gereken bir hikâye miydi? Efsanelerin çoğunun gerçek olduğunu biliyorum fakat kırmızı ip hakkında en ufak fikrim dahi yoktu.
“İnanışa göre; kaderi birbirine bağlı insanlar serçe parmaklarında kırmızı bir iple dünyaya gelirmiş. Bu ip kördüğüm olsa da araya başka insanlar, ölüm ya da savaş girse dahi kopmazmış ve kader bu iki insanı mutlaka bir araya getirirmiş.”
Odunun çatırdama sesinin eşliğinde bir süre sessiz dünyalarımıza çekildik. Ne söyleyebileceğimi bilemedim.
“Peki ya sen inanıyor musun insanların kırmızı iple bağlandığına?”
“Seni tanımadan önce inanmıyordum. Bunun kırmızı ip ya da soğuk metalden daha öte olduğuna inanıyorum. Seni hissediyorum. Senden uzakta olduğumda canımın nasıl yandığını… Seni deli gibi özlediğimi hissediyorum.”
“Peki ya sen neye inanıyorsun?” diye sorduğunda yanan odunları seyretmeye devam ettim.
“Romantik bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Masallara inanmak için fazla büyüğüz.”

KORUYUCUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin