Aptalın Dünyası (Bölüm - 7)

39 2 0
                                    

BELKİ YARIN, BELKİ YARINDAN DA YAKIN...

   Bütün bilete para verenler olarak rangerın çalışmasını bekliyorduk. Ta ki adamın kontrol panelinin bulunduğu yere girdiğini görene kadar. Yavaş yavaş ileri geri gitmeye başlayan oyuncağın çalıştığını anladık. Sadece korkuyordum. ‘Öküz’den mi yoksa rangerdan mı?’ diye sorarsanız… Öküz’den… Ağzımdan çıkacak her laftan. Kıracağım her pottan. Korkuyordum çünkü umutsuzca seviyordum. Saçma Salak ile durumlarını bilmiyordum ama ses çıkmadığına göre hala Öküz’ün başının bağlı kaldığı anlamına geliyordu.

   Ranger çalışmaya başlayınca pek telaşa vermedim. Ama zaman geçtikçe benim midem bulanıyor, kusma durumuna geliyordum. En sonunda Öküz saçma sapan şeylerden bahsetmeye başladı. Kötü hissetmeyeyim diye. O kadar alakasız konulardan konuşmamıza rağmen mutluydum ben. Mutlu olduğumu biliyordum. Gülüyordum çünkü. Hem de bu gülüş zorlama ile olanlardan da değildi. Yavaşlayan oyuncak ile bizim de seslerimiz alçalıp, sohbetimiz bitmeye başladı. Oyuncak durduğunda ise yine iki yabancı olmuştuk. 

   Üstümüzü başımızı çekiştirerek aşağıya ilk adımlarımızı atmıştık. Kendimi boktan bir platonik aşka ilk adımlarını atan genç kız gibi hissediyordum. Yarı yalpalayarak, yarı tökezleyerek aşağıda kalmayı tercih etmiş eğlence bakirelerinin yanına gittik. O da biz rangerdayken gelmiş olan arkadaşının yanına gitmişti.

   (Bu ana kadar karakterlerin isimlerini, herkesin kişiliğini özetleyecek şekilde yapmıştım. Bundan sonra da eminim ki böyle devam edecek. Şimdi düşünüyorsunuz ‘Bu mal ne diye bize bunu söylüyor ki?’. Merak etmeyin ben de bir hikâyeyi okurken bu gibi şeyler düşündüğümden boş ve anlamsız değil bunlar. Bu konuyu gelen çocuk ile bağlamak istiyorum. Hayatımda hiç bu kadar cins insan görmemiştim. Karaktersiz, ahmak... Hatta sözlük anlamı ile aptal ama kendinin zeki olduğunu savunan aptallardan. Belki bir çocuğunuz çok acıdı bu çocuğa… Belirtmek isterim ki hiç acınacak bir yeri yok. Piçler tarafından baş tacı gibi tutulan biri kendisi. Ve bu şahız herkes ile ‘Aptal’ diye dalga geçebilir. Kendi ile dalga geçildiğinde de gözleri sulanır. Bu yüzden ona vermiştim ‘Ahmaklar Kralı’ adını. Sonuç olarak bu çocuğu görünce yüzüm limon yemiş gibi oluyordu).

   Yüzüm yine biçimden biçime girerken yanımıza yaklaştı.

“Naber?”

   Herkese toplu olarak konuşmuştu ama ben onu aldırmak yerine telefonum ile oynamayı tercih ediyordum. Bana bir zararı yoktu… Sadece bu tip insanları kendi boklarında boğmak istiyordum. Burnu Havada birden sadece kendine sorulmuş gibi atladı.

“İyiyim, sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim… Eee? Napıyoz?” (Kesinlikle yanlış yazmadım. Konuşma şeklini direk aktarıyorum.)

“Klasik yerlere gidelim?”

“Olurr.” (Bir kez daha belirtirim: Yazım hatası değil.)

   Ben de artık onların mekanlarını biliyordum. Bu şekilde adımlarımın nereye gideceğini bilerek yürümeye başladım. Yolda, arada Öküz ile göz göze geliyorduk. Ben gülümsüyordum, o da gülümsüyordu. Bu şekilde bakışma ve gülüşmelerimiz varış noktasına kadar devam etti. Vardığımızda hepimiz birkaç yer seçip oturduk. Öylece onlar sohbet etmeye başladılar. Çok saçmaydı yine.       

   Konuşmak istemiyordum ben. ‘Ahmaklar Kralı’ yine saçmalıyor, alakasız davranıyor, etraftakilere rezil ediyordu bizi. Kurtulmak… Sanırım Öküz’ü kolundan tutup oradan çıkardıktan sonra onların birbirlerini becermelerini bekleyebilirdim. Sadece bir kaçamak istiyordum bu ortamdan. İlahi adalet ile o yüce ve kutsal ses geldi. “Dinnnnnn…”. Bunun anlamı mesaj gelmiş olmasıydı. Artık başka insanlarla konuşarak aklımı ortamdan uzaklaştırabilirdim. Mesaj ‘Benim Kızım’dan gelmişti.

   (‘Benim Kızım’ zaten adından da belli olduğu gibi en sevdiğim insanların başında. Hayatımın çoğuna tanıklık etmiş, yardım eli uzatmış ve beni en çok sevmiş arkadaşımdı. Her zaman koşulsuz birbirilerimize güvenmiştik. Kavgalarımız ne kadar kötü olsa da, birbirilerimizi ağlatsak da sonunda hep her şeyi unutmuştuk. Çünkü o ‘Benim Kızım’dı.)

   Mesajı acele ile açtım.

“Canım, ben klasik buluşma yerindeyim. Gel istersen.”

   Kendimi bu piçler cennetinden dışarı atacağım için acele ile kalktım.

“Şey, benim biri ile buluşmam gerekti. Gitmem gerek…”

“Ya…”

   Burnu Havada sahte üzülmesini sergiledikten sonra herkes ile vedalaşmaya vakit bırakmıştı. Öküz’ü de almak istiyordum sadece. Ya ben gittikten sonra cidden kendilerini becerirlerse?

   Aklımda alakasız düşünceler ile ortamdan uzaklaştım. Mutluydum aslında Benim Kızım ile buluşacaktım. Her şeyi çöp torbasına doldurup kenara atacaktım. En sevdiğim müziklerin olduğu listeyi açtım. Dünyayı çok farklı görmemi sağlayan müzikleri. Ayaklarımı ritmik olarak ilerletiyordum. (Bunu hepiniz yapıyorsunuz…) Benim Kızım’ı görene kadar çıkarmadım o kulaklıkları. Sarılırken ve ‘Hey!’ derken de hala biri kulağımdaydı.

“Özlemişim seni!”

   En samimi şekli ile söylemişti.

“Ben de seni… Ne kadar oldu?”

“Okullar açıldığından beri görüşememiştik.”

“Cidden özlemişim ben de.”

   Biz her zamanki gibi gülünmesi gerekmeyen olaylara gülüyorduk. Mutluyduk safça işte. Beraber içecek içebileceğimiz bir yerlere oturup kız dedikodusu yaptık. Öküz’ü anlattım tabi ki de. Sonra eski sevgilim benim ile arkadaş kalabilmek için mesaj attı. İstemiyordum onu geri çünkü Betty Boop kanunu derki:

“Asla tükürdüğümü yalamam ben. Özellikle balgamlıysa.”

   İşte bu da onlardan biriydi. Asla onu affedemeyecektim. Yaptıklarından söylediklerine kadar… Affetmeyecektim işte.

   Belki de en önemlisi Öküz’e her zaman yol vermek için bekleyecek olmamdı. O yola at pisliği sürmek itemiyordum. Beni seçsin diye kırmızı halılar sermek istiyordum. Bekleyecektim. Belki yarın, belki yarından da yakın.

Aptalın DünyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin