Yedi kişi masada oturuyorduk ve herkes mutlu gözüküyordu. Ben hariç. Wyatt, Sophia, Jack, Gaten, Finn ve Sadie eğlenip gülüşüyorlardı. Sophia ayaklandı. "Bayanlar, banyoya gidiyoruz. Mola vakti."
Sadie onunla ayaklanmıştı. Bende memnun olmadan ayaklandım. Üçümüz banyoya girdiğimizde ikisi de makyajlarını tazeliyorlardı. Uyum sağlamak için bende rimelimi yeniden sürdüm. Sadie rujunu bırakıp bana döndü. "Pekala Millie, Wyatt ile aranda ne var söyle."
Kaşlarımı çattım ve aynadan gözümü ayırmadım. Hala rimel sürmekle uğraşıyordum. "Hiç bir şey," rimeli kapattım ve ona döndüm. "Neden?"
"Genelde ortamda iki kız olurdukta," dedi Sophia'ya bakarak. "Fazladan biri olması biraz can sıkıcı olabiliyor... anlarsın ya."
Cevap verme gereği duymadan banyodan çıktım ve hızla yerime geri oturdum. Wyatt kulağıma fısıldadı. "Kalkmak ister misin?"
Tam o sırada Finn ile göz göze gelmiştim. Kaşlarını hafif çatmıştı ve yine o ciddi yüz ifadesi vardı yüzünde. Wyatt'a döndüm ve kafamı olumlu salladım. Bizle aynı anda Finn'de kalktı. "Wyatt, sen Sadie'ye göz kulak olur musun? Benim bir işim var da."
"Millie ile gidecektik aslında," dedi kırıcı olmamaya çalışarak.
Finn omuz silkti. "Seni ben bırakırım, Millie, bir sorun olmaz değil mi?" yine göz gözeydik işte. Gözlerimi ayırmadan "Sorun olmaz," diyerek geçiştirdim. Wyatt'a döndüm. "Teşekkürler."
"Yarın konuşur muyuz?" Wyatt sorduğunda kafamı olumlu salladım. "Kesinlikle."
Finn ile beraber çıktığımızda tek bir kelime etmemişti. Boş bir sokağa kadar yürümüştük. Sonunda dayanamadım ve duraksadım. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
"Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?" Neredeyse bağırıyordu. "Wyatt benim erkek kardeşim gibi. Ona bunu yapamazsın."
"Ona hiç bir şey yaptığım yok!" Elimden geldiğince güçlü bir şekilde bağırmıştım bende.
"Emin misin?" Kaşlarını çattı.
"Dün gece," dedim ona bir kaç adım atarak. "Beni öpmek üzere olan sendin Finn. Ve ben, geri çekildim. Sonra sabah ne gördüm biliyor musun?" Gülmeden edemedim aklıma gelen şey ile. Finn benimle dalga geçiyor olmalıydı. "Sizi öpüşürken gördüm. Bana laf edeceğine bir karar vermeye ne dersin?"Ses çıkarmadı. Omuz silkti ve ellerini alnına götürdü. O tüm bunları yaparken ben telefonumu çıkarmıştım. Bana döndü. "Ne yapıyorsun sen?"
"Taksi çağıracağım," dedim ve hızla uygulamadaki işarete bastım. En kısa sürede burada olmalıydı. Telefonumu elimden aldı. "Ben seni bırakırım, Millie."
"Finn, yapma bunu," omuz silktim. "Benden uzak durman gerek. İkimiz içinde en iyisi bu. Sadie seninle çok mutlu. Bugün seni izlerken gördüm ve..." duraksadım yeniden. Gerçekten üzücüydü. Sadie'nin yerinde olmak için senelerce beklemiştim ve dileğim en olmayacak kısımda tutmuştu. "Seni seviyor." diyebildim sadece. "Wyatt'ta beni seviyormuş gibi hissediyorum. Bunu birbirimize yapmayalım, lütfen," yalvarır gibiydim.
Gözleri yalvaran bir köpek yavrusunun gözleri gibiydi. Telefonumu verdi ve saçlarıma dokundu. "Sadie beni seviyor olabilir," dedi. Fısıldıyordu. "Ama ben seni seviyorum."
Kafamı ona ulaşmak için kaldırdığımda bana yaklaştığını fark ettim. Bir kara delik gibiydi ve her şey saniyeler içinde gerçekleşiyordu; Beni içine çekmesine az kalmıştı. O yaklaştıkça ben sanki geri çekiliyordum ama aynı zamanda daha çok yaklaşıyordum. Beni öpmesini bir yandan çok istiyor, bir yandansa kaçmak istiyordum. Bu sefer diğer tarafım daha ağır basmış olacaktı ki geri çekilmemiştim. O bana yaklaşırken ben gözlerimi kapatmış, sadece o büyülü anı beklemiştim. Elleri belimi kavramıştı ve ellerinin titrediğini hissedebiliyordum. 'Bu son,' demiştim işte. 'Bu saniyeden sonra bana ulaşacak ve dudaklarımız birleşecek.'
Aniden çalan kornanın sesiyle bir rüyadan daha uyanmıştım. Finn ile birbirimizden uzaklaştık ve taksiye bindim. Arkadan çaresizce bakan Finn'i izledim.
"Ne tarafa gidiyorduk?" diye sordu şoför. Ama ona cevap veremeyecek kadar sarhoştu dudağım. Kıpırdayamadığını hissedebiliyordum. Ya da titrediğini. Bir saniye sonra taksi gelmeseydi ne tür bir felaket ya da mucize yaşanacağını tahmin bile edemiyordum.
"Hey?" dediğinde önüme dönebildim.
"Siz düz ilerleyin, ben tarif edeceğim," dedim sesimin gıcık tonunu umursamayarak. Boğazımı temizledim ve yeniden arkamı döndüm. Finn gitmişti. Ya da en azından ben göremiyordum onu. Arkama çaresizce baktım. O ana geri dönmek istedim. Ama dönemezdim. İkinci şansımı da böylece kaçırmıştım ve bir üçüncüye sahip olacak mıydım emin bile değildim.-
Eve vardığımda telefonum çalıyordu. Daha yeni üstümü değiştirmiştim. Arayan Sadie idi. İç çektim ve telefonu açtım. "Hey."
"M-M-Millie ben hiç bir şey yapmadım," hıçkıra hıçkıra ağladığını duyabiliyordum. Gözlerimi pörtlettim. "Sadie neler oluyor? Yine mi bir kaza?"
"B-B-enden..." yeniden ağladı ve iç çekişlerini duydum. Birisi peçete uzatmış olacak ki teşekkür etmişti sessizce, ve konuşmaya devam etmişti. "-sıkılmış. B-Benden!"
"Kim senden sıkılmış Sadie?" Sesim gitsin diye bağırıyordum çünkü arkada çok gürültü vardı.
"Finn," adı söyledikten sonra ağlamaya ve hıçkırmaya devam etti. Yutkundum ve tezgahın üstünde duran bir litrelik su şişesinin kapağını açıp ağzıma diktim. Boğazıma kaçmasıyla öksürmeye başladım. Arkadan hala Sadie'nin söylenmesini duyabiliyordum. "Bana layık o-o-o-" yeniden burun çekme, "olmadığını s-söyledi."
"Doğru demiş," dedim ne dediğimden emin olmayarak. Bu hissettiğim ama hissetmek istemediğim mutluluktan ötürü ağzımdan çıkmış olmalıydı. Dediğimi düzeltmek için ekledim, "Kimse sana layık değil."
"O layıktı!" Çıldırmış gibiydi sanki, bağırıyordu. Onu daha önce hiç böyle duymamıştım.
"Neredesin Sadie? Yanında biri var mı?" Soruları sıralıyordum.
"Sophia yanımda," iç çekti. "Ve görünüşe göre tek destek olabilen de o."
Ağzımı açma fırsatı bulamadan sonlandırılan çağrının sesi gelmişti.Finn Sadie'den ayrılmıştı.
Ve muhtemelen bunun sorumlusu bendim ve kelimelerimdi.
