trick

1.2K 131 104
                                    

Finn'in ağzından...

Twenty Weed Bar

Işığı yanıp sönen tabelaya baktım. Tabelanın ucundan hala yağan yağmurun damlaları süzülüyordu. İçeri girip çıkan az insan vardı, ama bu gece hiç birini görmüyordum. İçeri adımı attığımda tanıdık yüzler görmek içimi rahatlatmıştı sanki- sanki her yere yabancıydım uzun süredir. Çalan şarkı klasiklerdendi. Omzuma dokunan el ile irkildim. Nick'ti bu. Bana güldü. "Bugün görmeyi beklemediğim herkesi görüyorum sanırım. Seninki de buradaydı."

"Millie mi?" hızla minderlere ve etrafa bakmaya başladım. "Nerede o?"

Nick hızla kolunu omzuma doladı. "Geldi ve gitti. Endişeli ve üzgün görünüyordu. Kavga ettiniz sanıyorum ki?"

Kafamı olumsuz salladım. "Kavga etmedik... Her şey çok garip ve dengesiz gerçekleşiyor."

Nick beni kulübün arka tarafına, tanıdıkları hariç kimseyi götürmediği tarafa sürükledi. İlk kez beni buraya getirdiğinde mutluluktan ona sarılmıştım. Tam bir velettim. Arka tarafın ön taraftan pek bir farkı yoktu, sadece orada minderler yerine gerçek masalar ve oturma yerleri vardı. Aydınlık bir yerin karanlık bir yüzü gibi. Nick ile oturaklardan ikisine yan yana oturduk.

"Dağılmış gözüküyorsun," dedi Nick. "Sana soda getireyim mi?"

Kafamı olumlu salladım. Ben daha kafamı sallayamadan Nick elinde bir soda ile dönmüştü bile sanki. Zaman kavramı, bu gece ters işliyordu.

Nick sodayı elime tutuşturdu ve beklemeye başladı. Biz hep böyleydik. O bana anlat demezdi, ya da ben anlatmaya başlamazdım. Öncesinde bir sessizlik olurdu. İkimizde kafamızda geçen şeyleri tazelerdik. Anlamaya çalışırdık. Hayatın olmayan- ya da benim bulamadığım anlamını anlamaya uğraşırdık.

"Başından beri hatalı olmadığımı düşünüyordum, ama şimdi onu anlıyorum." Sodamı ağzıma diktim, dişlerimin yanmasıyla geri çektim ve dudağımdaki nemi dilimle yaladım. "Evet... Sadie'yi sevmemiştim. Bu doğru. Onunla beraber vakit geçirmek eğlenceliydi. Beraber sabah erken seanslarına gidip dilediğimiz gibi eğlenmek... Ya da onunla resim çizmek." Aklıma gelen anılara gülmeden edemedim. "Şimdi hepsi yalanmış gibi geliyor. Hiç bir zaman onun dudaklarını dudağımda hissetmeyi sevmedim- ama şimdi tüm o eğlendiğim dakikalar... Tüm o mutlu olduğum dakikalar... Hepsi bir yalanmış gibi." Ağzıma ekşi bir tat geldi- sanki içtiğim gazoz kendini geri çıkartmaya çalışıyor gibiydi. O ekşi/acı karışımı tadı yuttum ve devam ettim. "Bana kitap okuduğunu hatırlıyorum. Bana ağladığını... içini döktüğünü. Ona gerçekten üzüldüğüm zamanları. Şimdi ise kendime üzülüyorum. Benimle çıkarken nasıl başkasını öpebilir? Ben haksızmışım. Şimdi nasıl sevdiğim kıza bakacağımı bilmiyorum. Nasıl onu öpeceğimi- nasıl ona sarılacağımı... Sadie bana bunu yaptı- ve bende ona bunu yaptım. Nasıl yapmaya devam edeceğim, bu hissi bildikten sonra?" Gözümden bir su damlası mı süzülüyordu rüya mıydı bu? Ağlıyordum- bu durumu daha utanç verici kılıyordu. "En yakın arkadaşımı kaybetmiş gibi hissediyorum."

Nick sırtımı sıvazladı. "Bana ondan ilk bahsettiğin zamanı hatırlıyor musun?" yine o garip gülüşü takmıştı yüzüne. Hiç anlamıyordum neden böyle gülümsediğini. "Benim yanıma gelip, aşık oldum demiştin. İki yaş daha küçüktün, ufacıktın. Unutamıyorum," kahkaha attı. "Ben ise sana kız arkadaşın olduğunu söylediğimde bana onun sadece bir arkadaş olduğunu söylemiştin. Tanıdığım en masum insandın." Bana döndü ve beni süzdü. "Hala öylesin. Sadece büyüdün. Hissettiğin şeyi anlıyorum, Finn. Gerçekten anlıyorum. Ama belki de hatayı kendinde aramayı kesmelisin. Belki de tek hatan... bulunmaman gereken yerlerde bulunup, aslında olman gereken yerleri unutmaktır. Etrafına bak bir, hiç ben neredeyim diye düşünmüyor musun? Olman gereken yer onun yanı- sen burada bana dert yanıyorsun. Git ve onla konuş. Onunla seni ilk gördüğüm an seni en çok mutlu gördüğüm andı ve sırf onun için burada çalmayı kabul etmiştin. Sende nasıl bir etkisi olduğunu gördüm, Finn. Şu an yanlış yerdesin."

Etrafıma baktım afallanarak. Nick haklıydı belki de. Şu an yanlış yerdeydim. Oturduğum yerden ayaklandım ve onun sırtını sıvazlayıp bardan çıktım. Kendi derdime o kadar dalmıştım ki Millie'nin başına geleni unutmuştum sanki. Millie...
Ailesinin öldüğünü biliyordum ama böyle bir trajedi olduğunu bilmiyordum. O bile nereden biliyordu ki? Annesi babasını uçuruma sürmüş... ne kadar kötü olmalı. Hayal bile edilemez.
Yürüyerek gitsem bile Millie'nin evine neredeyse beş dakikada varmış gibi hissettim. Dışarıda yağan yağmur yüzünden de epey hızlanmıştım. Kafamda o kadar düşünce vardı ki, o kadar dolmuştum ki... Ve Millie yalnızdı. Benim peşimden gelmiş arkadaşlarım, gidebileceğim yerler varken Millie'nin tek sahip olduğu bendim. Onu yüz üstü bırakıp gitmiştim. Onu düşünerek hareket etmeliydim.
Dışarıda yağan yağmur hızlanmıştı, gökyüzü bu trajedik geceye meydan okuyor gibiydi. Zile bastım. Açılması bir dakika sürmesine rağmen o bir dakika bana sonsuzluk gibi gelmişti.

Millie kapıyı açtığında kendisi de epey ıslaktı, sanki yeni eve girmiş gibiydi ve gözleri kızarmıştı. Üstüne hırkasını giymişti. Üşüyordu besbelli. Beni gördüğü için mutlu muydu değil miydi çözemiyordum- tek bir mimiği bile oynamıyordu.

Millie aniden bana sarıldığında bende kollarımı ona doladım. Tüm ihtiyacım olan oydu sanki. Millie.

"Özür dilerim," dedim var gücümle. "Seni bırakıp gittim."

Yavaşça benden uzaklaştı ve yüzümü süzdü. Yüzlerimiz hala yakındı birbirine- fazlasıyla hemde. "Şimdi buradasın," dedi sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla. Dudaklarımızı birleştirdiğinde şok olmuştum- ilk kez onun beni öpüşüydü bu. Öpmekten çok- arzuluyor gibiydi. Ya da ihtiyacı varmış gibiydi. Çözemiyordum- ama hoşuma gittiği kesindi. Uzun bir süre sonra geri çekildi ve beni kendisiyle birlikte içeri çekti. Kapıyı kapattı ve bana döndü. "Islanmışsın."

Beraber mutfağa doğru yürüdük ve sonunda ben bir sandalyeye oturabilmiştim- o ise dolaplarda bir şey arıyordu. "Seni aramıştım," dedi ondan daha önce duymadığım bir ses tonuyla. Çaresizlikti bu.

"Duydum," gülümsemeye çalıştım. "Üzgünüm. Nereye gideceğimi bilemedim."

Yüzü bana dönük değildi ama burukça gülümsediğini hissedebiliyordum. "Onu birde bana sor." Sonunda aradığını bulmuş gibi bir hap uzattı bana. Kaşlarımı çattım. "Bu ne?"

"İlaç," dedi dalga geçer gibi. "Daha önce görmedin mi?"

Hapı hızla ağzıma attım ve yuttum. Bana bir bardak su uzattı. Suyu ardından içtim. "Teşekkür ederim."

"Sen ağladın mı?" diye sordu bana gözlerimin içine bakarak.

Omuz silktim. "Ağlamak değil de..."

Millie güldü. "Ney o zaman?"

Bende hafif gülümsedim. "Normal insanlar üzülünce gözlerinden yaş düşüyormuş, biraz ona özendim diyelim."

Millie masanın üstünde duran ıslak ve soğuk elimi tuttu. Ona dürüstçe söyledim. "Sadie'nin beni aldatmasına üzülmedim... içimde duyduğum suçluluk duygusuna üzüldüm."

Millie kafasını olumlu salladı. "Anlıyorum."

Sessizlik oldu bir süre, ellerimiz sımsıkı birbirini tutuyordu. Ellerimize baktıktan sonra gözlerimi yeniden onunkine diktim. "Belki de tüm bu olanlar iyi bir şeydir."

Millie kaşlarını çattı. "Nasıl yani?"

"Sadie beni aldattı, bunu herkes duydu. Demek oluyor ki.." tuttuğum elini biraz daha sıkı sardım. "Artık herkese açıklayabiliriz. Kimse seni ya da beni suçlamaz, Millie. Sadie herkesin önünde yeterince kendini düşürdü."

Millie'nin gözlerinde gördüğüm şey ışıltı değilse neydi bilmiyorum, ama bir şey görmüştüm. Mutlulukla gülümsedi. "Haklı olabilirsin," dedi. "O zaman... herkese açıklıyor muyuz?"

Başımı olumlu salladım. En son hatırladığım şey ikimizin yeniden onun yatağında yatıyor olmamızdı. Ama bu sefer tek fark, ikimizde mutluyduk. Ve ilk kez bir okul gününü iple çekiyordum.

Çünkü ertesi okul günü okula Millie ile gelecek, ve tüm koridorda onun elini tutarak yürüyebilecektim.

evvvvtttttttt

ilk kez Finn'in açısından bir bölüm wow (ve öuhtemelen son kez)

game • fillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin