Kapımın çalmasıyla gözlerimi ovaladım. Saat kaçtı? Haftasonu kim gelirdi ki bana? Pijamalarımı umursamayarak ısrarla çalan kapıyı açtım. Karşımda kızıl, kısa saçlı, yeşil gözlü bir kız duruyordu. Sophia. Kaşlarımı çattım. "Ne istiyorsun?"
"Ben Sadie değilim, Millie," derin nefes alıp verdi. "Bana oymuşum gibi davranmayı bırakabilirsin. İçeri girebilir miyim?"
Kafamı olumlu salladım. Ben daha uyanamamıştım bile ama bu kız tanrı bilir saat kaçta kalkmış, saçlarını yıkamış, takılarını takmış, üstünü giyinmiş, makyajını yapmıştı. Güzel olmakta kolay değildi tabii. Hiç anlamam o işlerden ama....
Koltuğa oturdu ve dizlerini üst üste attı. "Bir kahve içerim."
Finn'in arkadaşı olduğu ne kadar belli, diye düşünmeden edemedim. Cidden benziyorlardı. Sadie ile de benzer yanı vardı ama o daha çok fizikseldi.
"Evde kahve yok," dedim omuz silkerek. Kaşlarını çattı. "Şaka mısın sen? Annen baban da mı almıyor?"
Dediği cümleyle donup kaldım- gülümsemeye çalıştım. "Ben tek yaşıyorum, Sophia."
Sophia tek kaşını kaldırdı. "Nasıl yani?"
"Annem ve babam yoklar, yani."
Sophia yutkundu ve "Pardon," dedi. "O halde direk konuya girsem iyi olacak. Okulda bir gezi planlanıyor..."
"Gezi mi? Haberim bile yok," şaşırmıştım. Duyurusunu da duymamıştım afişini de görmemiştim.
"Bilmezsin tabii, sadece on ikilere özel," göz kırptı. "Ama şöyle ki... herkesin birini davet etme hakkı var. Düşündüm de, Sadie'nin kafa dağıtmaya ihtiyacı var. Noah ile de aram biraz olsun istiyorum. Diyeceğim şu ki, ben Noah'ı davet etsem, Finn Sadie'yi davet etmez ama ikna etmeye çalışacağım. Ne olur sence? İşe yarar mı?"
Kaşlarımı çattım. "Bunun benimle ne alakası var?" Güzel uykumu bu saçmalık için mi bölmüştü?
"Davet edilen kişiler aynı odada kalıyor, Millie," Sophia güldü. "Eğer Finn ve Sadie bir gece aynı odada kalırsa birbirlerinin kıymetlerini anlarlar zaten. Yıllarını geçirdiğin birini bir gecede unutamazsın."
"Tamam, dene o zaman," ayaklandım. "Seni geçireyim mi derdim ama kapı ayağa kalktığında hemen arkanda."
Sophia ayaklanmadı bile. "Sen niye huysuzsun? Merak etme, Wyatt'ta seni çağırır işte. Kıskanma hemen." Şakasına demişti ama komik değildi, en azından benim için."Uykum var Sophia. Dün gece uyuyamadım, tamam mı? Seninle oturup Sadie ve Finn'in dedikodusunu yapmayı çok isterdim (sormayın bile) ama şu an uyku fikri kulağa daha hoş geliyor. Başka zaman."
Sophia göz devirdi ve ayaklandı. Kapıyı arkasından kapatmadan önce "Sana son gelişmeleri bildiririm," demişti. Lütfen bildirme. Sadie ve Finn için her şeyi yapacaklardı değil mi? Bence ben hemen aradan çekilmeliydim. Ama Finn'in dudaklarını hala dudaklarımda hissederken bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Hala onun sert dudağının dudağımla buluşmasını, yumuşak elinin yanağımda gezmesini hatırlıyordum. İç çektim.
Belki de Finn için savaşmalıydım. Ne de olsa benim için Sadie'den ayrılmıştı, değil mi? Ama bir yanda Sadie'nin sözleri kulağımda yankılanıyordu. Onu sevmiştim. İyi bok yedin ya, teşekkürler.
Sadie'nin baştan bana yaptığı haksızlıktı- Finn'i sevdiğimi bile bile onun çıkma teklifini kabul etmesi ve onunla flörtleşmeye başlaması... her şey onun suçuyla başlamıştı ama benden özür dilemişti ve dert etmediğimi söylemiştim. Şimdi ise ona yalan söyleyen bendim. Sadie'yi cidden anlıyordum, Finn karşı konulamaz derecede yakışıklı ve çekiciydi. Sanki mıknatıs gibi etrafındaki her şeyi, herkesi kendine çekebilme kapasitesine sahipti. Ama tek farkı bunu sadece istediği kişiler üzerinde kullanmasıydı.
Ayrıca Sadie'nin Finn'i aldatmasına milyonlarca kez tanık olup ağzımı bile açmamıştım. Jaeden ve Noah ile öpüşmesi, ve bunu zevk için yapması... mide bulandırıcıydı.
Hızla telefonuma kaydetmiş olduğum Finn'e mesaj attım.
Günaydın.
Evet, onun için savaşamazdım ama işleri akışına bırakabilirdim. Şu an sahip olduğumun tadını çıkaramazsam bir daha asla bir şeye sahip olamayabilirdim ne de olsa. Telefonum ellerim arasında titredi.
