Umutsuz Platonik

410 42 19
                                    

-EREN-

-Ya Eren kanki sen ne kadar sempatiksin ya, diyip güldü İpek. Yavşar gibi bir hali yoktu, sadece yalnız insanların ellerinden tutup onlara yardım ediyordu. Bu yüzden asıl sempatik olan oydu ama gülümsemekle yetindim. Bir yandan da Ada'ya bakıyordum. Ona bakmak insana araba çarpmış gibi hissettiriyordu. Çok da uzun süre bakamıyordum çünkü İpek onun en iyi arkadaşlarındandı ve hemen ona yetiştirebilirdi.

İstediğim tek şey asosyal bir şekilde ve aşık olmadan, Ada Güner'e aşık olmadan şu dört seneyi atlatabilmekti. Asosyal miydim? Kesinlikle. Yalnız mıydım? Sayılır. İpek durmadan konuşuyordu, ama konuştuğu hiçbir şey gerçekten ilgimi çekmiyordu. Ama ilgimi konuştuğu konuya verdim. Lisede gözlerinizi insanlara dikip röntgenci gibi izleyemezsiniz.

-Ben klasik müzik dinlemeye bayılıyorum! Ara sıra radyoda filan pop dinliyorum. Duman da severim gerçi. Ama metal pek sevmiyorum, başımı ağrıtıyor. Sen kesin metal dinliyorsundur. Metalci tipi var sende. Ne dinliyorsun? Bring me the horizon? Pierce the veil? Iron maiden?

-Ben fazla müzik dinlemem, dedim, doğruydu. Kafamın içi yeterince gürültülü bir yerdi zaten, ekstra sese ihtiyacım yoktu.

-Oha abi, dedi. Müzik dinlemeden nasıl yaşıyorsun?

Yaşadığımı kim söyledi?

-Sana grup önerebilir miyim? Lütfen!?

-Tamam, dedim yazdığı şarkıları dinlemeyeceğimi bilmeme rağmen. O önüne dönerse ben de Ada'yı kesebilecektim. Kendimden iğrendim.

Bakmamam gerektiğini biliyorum ama gözlerimi alamıyorum. Ona bakınca Sinem'i hatırlıyorum, bu da bana mazoşistçe bir zevk veriyor. Yaraya tuz döküyorum, ama bu kafamı çevirmeme yetmiyor. Beni asla sevemeyeceğini biliyorum ama onun hakkında hissettiklerimi geri çekemiyorum.

Ders nasıl bitti bilmiyordum. Sınıfta daha fazla duramayacağımı fark ettim. Dışarı çıkıp bir şeyler yapmalıydım. Onu düşünmekten başka şeyler. Normalde basketbol oynamaktansa oturup izlerdim ama takıma alınmıştım ve antrenman yapmam gerekiyordu.

Kendimi oyuna vermeye çalıştım ama tek düşünebildiğim oydu. Saç lülelerinin uçlarının en ufak bir esintide bile kıpırdamaları. Karşısına oturup saatlerce onu izlemek ve konuşmasını dinlemek istiyordum. Aşık olmak şimdi iyi hissettiriyor olabilirdi, ama iblislerimle yalnız kaldığımda ve platonikliğimle boğuştuğumda zevkli olmayacaktı.

-Düzgün oynasana oğlum, diye bağırdı irice bir oğlan. Kendimi oyuna vermeye çalıştım. Böylece onu unutabilirdim. Ama yok, olmuyordu. Bastırmaya çalıştığım hisler su yüzüne çıkıp beni esir alıyor-

-Koç bunu nasıl takıma aldı anlamıyom la.

-Sakin olun beyler koç takıma aldığına göre bir bildiği vardır, dedi Onat, bu sene lise üçe geçmişti, bu yüzden kişiliğinde olmasa bile ağır abi olmaya çalışıyordu.

Sesimi çıkarmadım. Diyecek bir şeyim yoktu. Ezik gibi özür de dileyemezdim. Zaten eziksin salak.

-Seninki abayı fena yakmış Onat, dedi iri yarı başka bir çocuk.

Onu oracıkta pıçaklamak istedim ama a) ben baattin değildim ve yanımda pıçak taşımıyordum ve b) çocuk benim iki bilemedin üç katım büyüklüğündeydi. Kahrolsun minyonluk. Ama ben derin nefes aldım ve ona "i feel nothing" bakışımla baktım ve mucizevi bir şey gerçekleşti: Çocuk sustu! Ben de biraz daha oynadıktan sonra kenardaki banka oturdum ve maçı izlerken onu düşündüm. En sevdiği renk koyu mavi. Kendimden yüzlerce kez tiksindim, ama onu sevdiğimi bastırmaya çalışınca boğulur gibi hissediyordum.

-Merhaba Eren!

Kafamı kaldırınca Gizem, Ada, İpek üçlüsünü gördüm. Sonra da saçma bir şekilde keşke beni basketbol oynarken görseydi diye geçirdim içimden. Bir şeyler yapabildiğimi görseydi.

-Merhaba, dedim.

Onu gördüğümde sesimin çıkabildiğini bile bilmiyordum. Aptal platonik.

-Biz bir şeyler içmeye gideceğiz, dedi İpek. Sen de gelsene.

-Hayır, dedim. Yani, birazdan eve gitmem gerekiyor.

Ben. Bir. Malım. Bulabildiğim tek bahane bu muydu yani? Kafamı duvardan duvara vurmak isterken, yüzümün kızarmamış olması için dualar ediyordum. Nurşen teyzem ne diyordu? Aptal kızlar gibi vallahi. Kızarıp duruyor.

Ama Ada sanki bu dünyadaki en havalı şeymiş gibi kafasını salladı lütfen böyle şeyler yapma Ada ve,

-Tamam o zaman, başka zaman gideriz, deyip el salladı. Gittiler, bir şey demedim. İri yarı çocuk bana imalı bir bakış atınca ona boş bir bakışla karşılık verdim.

Okuldan çıktığım zaman, ergen kızlar gibi kahkahalar atmak, toy atlar gibi zıplaya hoplaya koşmak istiyordum. Saçma benzetmelerim. Ama tabii yaptığım şey yüzüme her zamanki boş bakış maskemi giyip normal hızda adımlar atmaktı.

I fell in love, fell in love, in love with you.

Bu şarkı zihnimde yankılanınca elimde olmadan gülümsedim. Tabi her şeyin Sinem'le de böyle başladığını hatırlayınca gülümsemenin yerini soğuk bakışlar aldı.

Sinem benim umutsuz platoniğimdi. Ordaki umutsuz platonik benim bu arada. Üç sene boyunca ona delicesine aşık olmuş, son sene eski sevgilisini kıskandırmak için beni kullanmasına izin vermiştim. Sonra tabi üçüncü haftanın salısında, 14 Nisan gününün hafif esintili ama güneşli öğleden sonrasında beni terk etti.

Bir kere biz sevgili değildik tamam mı. Aramızda "sevgi" diye bir şey yoktu. Seven bendim. O "kullanan"dı.

-Çok sıkıcısın.

-Beni hiç kıskanmıyor musun?

-Neden hiç konuşmuyorsun?

-Boyun o kadar kısa ki seninle dışarı çıktığımda topuklu ayakkabı giyemiyorum.

Bunlar ayrılma bahaneleriydi. O zamanlar gerçekten sıkıcı değildim ve oldukça konuşkandım. Sadece her üç kelimemden biri "seni seviyorum" du ve benimle o kadar uzun süre çıkmasının nedeni, egosunu tatmin ediyor olmamdı.

-O kadar sıkıldım ki delireceğim.

Benimle konuşurken en çok söylediği şey buydu, ama sonunda deliren ben olmuştum.

Ne kadar aptalmışım o zamanlar. Sonsuza dek olacağımızı filan mı zannetmiştim? Belki de sadece kördüm ve ileriyi düşünmüyordum. Onsuz olmaya katlanamamıştım. Sonrasında depresyon, anksiyete, anksiyeteye bağlı uykusuzluk, anoreksi, kusmalar, kesmeler ve en sonunda annem iki ay sonra bana bir şeyler olduğunun farkına vardı ve bütün yaz tatilimi bir tımarhanede geçirmem gerekti.

Sonradan tekrar kötüleştim, ama annem fark edemeyecek kadar meşguldu. Aramızdaki duvarı beraber kurmuştuk. Ben görmesini istemiyordum, o da bakmıyordu. Aslında onu seviyorum ve ona acıyorum. Bu yüzden tımarhaneye geri dönmek istememe rağmen kötü hissetmesin diye ona söylemiyorum. Zavallı kadın. Kocasını kaybetti.

ERENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin