-EREN-
Bölüm en sevdiğim kuzenim Ceroş'uma. Umarım beni affedersin. Seni seviyom kanki.
Sınıfa girip, arkalarda görünmez olmayı umarken korkunç bir şeyin farkına vardım: Tek boş sıra pencere kenarındaki en ön sıraydı. Saat üçte uyanıyor ve okula yedide gidiyordum ve yine de her yer kapılmış mıydı? Bu gerzekler saat kaçta okula gelmişlerdi acaba?
Aptal gibi görünmek istemediğimden çantayı bıraktım. Muhterem müdürümüzün bugünümüz ve geleceğimiz için çok büyük bir önem teşkil eden konuşmasını dinlemek için sıraya girdiğimde, aklımda bastırdıkça ortaya çıkan tek bir cümle vardı: Hoşgeldin anksiyete.
En önde duran hareketli bir kız ilgimi çekti. Hayır, ölen ya da beni terk eden eski sevgilime filan benzemiyordu. Çünkü bir kere eski sevgili diye bir şey yoktu. Ona ne demeliydim bilmiyordum. Profesyonel Kalp Kırıcı? Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutar bir şekilde başımı öbür tarafa çevirdim. Onunla hiçbir ilgisi olmayan şeylerde bile onu hatırladığımı fark ederken yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım. Çoğu insan yüzümün ifadesinin hep boş olduğunu söyler. Bunun sebebi yüzümün boş görünmesini istiyor olmam. Yoksa yüzüm yavru köpek gibi üzgün ya da kuyruğuna basılmış bir sincap gibi sinirli görünür, ki bu da en az bu benzetme kadar komik.
Sanırım bunun sebebi gerçekten küçük görünüyor olmam. Boyum henüz 160 ve sınıfımdaki çoğu kız benden daha uzun. Söylenenlere bakılırsa cılız, ufak tefek bir şeyim ve emin olun, bu utanç verici.
-Selam!
Deminki kıvırcık saçlı kızın arkadaşları benimle konuşuyordu. Kıvırcık saçlı kız da yanındaydı. Mucizevi bir biçimde ikisi benden daha kısa boyluydu. Kız arkadaşlar edinirsem sınıfta oluşacak lakabımı düşündüm: İbne.
Ama kız çok neşeliydi ve arkadaş canlısı görünüyordu, ki onun hiperaktifliği kendimi zombi gibi hissetmeme neden oluyordu bu yüzden bir şeyler mırıldanma ihtiyacı duydum.
-Selam.
Genelde bu evreden sonra insanlar benden sıkılır ve arkadaş olmaya değmeyecek biri olduğumu düşünürlerdi, ama kız kıpırdamadı. Gitmelerine izin veriyordum çünkü kalmalarını sağlamak için aklıma bir fikir gelmiyordu. Bu sefer Kıvırcık konuştu.
-İneğin teki 492'yle girmiş. Kim olduğunu dehşet merak ediyorum!
Çok heyecanlı ve sevimliydi ve mimikleri Felaket yaşanmamış olsa ondan hoşlanıp hoşlanmayacağımı düşündürdü.
-O inek tam karşında sevgilim, demedim tabi.
-O benim.
Kıvırcık kahkahasını tutuyor gibiydi ama yine de yüzünde üzgün bir ifade oluştu. Gülümserken kaşları yukarı kalktı ve dudaklarını birleştirdi ve kızarınca yüzündeki turuncu çiller kayboldu. Hayır, Eren. Olmaz oğlum. Burnu hafifçe genişledi ve dikkatle izlendiğinde dudağının çok hafifçe titrediği belli oluyordu. Olmaz. İyileşmeye başlamışken değil.
-Özür diileriim... Öyle demek iistemediim gerçekten.
Konuşurken "i" harflerini uzatıyordu, bu komik ya da itici durmuyordu sadece... Hoştu.
-Önemli değil, dedim ve benden sıkılmaları konuşmanın bitmesi için dua ettim. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Ama gitmediler.
-Hangi okuldan geliyorsun?
-Atatürk Koleji, dedim. Yeni açılmış, sıradan bir kolejdi.
-Hiç duymadım. Ben de şurdaki ezik devlet okulundan geliyorum, dedi. Arkadaşları güldü.
-Ben Ada.
-Eren, dedim.
-Gözlerin lens filan mı? Çok güzeller de.
Bunu Kıvırcık söylemişti ve yüzünde belli belirsiz bir heyecan gördüm. Ya da gördüğümü sandım.
-Hayır, dedim. Lütfen Eren. İlk günden abayı yakma.
-Koyu mavi. En sevdiğim renk.
Oldukça samimi olmasına rağmen, yavşar gibi bir hali yoktu. İblislerim kahkaha atıyor, ilgi çekmeye çalışan ergen esprileri yspıyorlardı. Kahkaha atmak istedim. Sadece gelecekte hoşlanacağım kız benimle konuştu diye değil. Bir şeyler değişir gibiydi. Ama ancak geçmişim aklıma gelince gülümsemekte olduğumu fark ettim, böylece o da silindi.
Would she hold me?
If she knew my shame...
O sırada ön sıradan sarışın, yeşil gözlü ve kızların ayılıp bayıldığı türden bir oğlan geldi. Beni şöyle bir süzdükten sonra elini uzattı. Hafif ama hızlıca elini sıktım.
-Ben Efe. Kısaca Mp diyebilirsin.
Sonra da çocuk çok komik bir espri yapmış gibi kahkaha attılar. Neyin kısaltması olduğunu sormadım, çünkü gerçekten umrumda değildi. Yalnızca aşık olmadan, Ada'ya aşık olmadan lise yıllarımı atlatmak istiyordum.
-Eren.
Sonra da Ada'nın uzun boylu, siyah, kabarık ama dalgalı saçlı, güzel arkadaşıyla gittiler. Ada güldü. Sonra bana dönük bir biçimde şakalaşmaya filan başladılar. Ama onu dinleyemiyordum çünkü röntgenci bir sapık gibi yüzünü inceliyordum. Gülerken yüzü kızarıyordu ve yüzünü buruşturarak hafifçe geriye atıyordu. Alt dişleri biraz yamuktu, ama bunu umursar gibi bir hali yoktu. Onu gerçekten gerçekten sevmiştim. Dişlerinin yamuk oluşunu umursamamasını sevmiştim. Benden sıkılmamasını sevmiştim. Kimseyi kırmadan komik olabiliyordu. Karışık ve kafasını iki kat daha büyük gösteren saçlarını ne kadar harika bulduğumu anlatmak zor.
Ama sonra pişman olacaktım.
Tüm hücrelerimle hissedebiliyordum bunu. Şansı varsa, şansımız varsa, benden sıkılır ve arkadaş olmaya bile çalışmazdı. Yüzümü boş tutmaya çalıştım. Hormonu bozuk ergenler gibi kahkaha atmak istiyordum. Uçurumdan düşmemi engelleyecek dalmışçasına sarılmak istiyordum ona. Ve bu yeterdi.
Bu gerçekten yeterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EREN
Novela JuvenilOnu asla gülerken görmemiştim. Tebessüm ederken bile. Mavi gözleri hep boş bakıyordu, küçümser gibi değildi, alaycı bir şekilde de bakmıyordu sadece... Boştu işte. Mümkün oldukça az konuşuyordu ve insanlardan kaçtığı oldukça barizdi. O küçük kafasın...